Soru 1: Veli Ayçiçek kimdir?
Cevap: Türkiye’de insanlar kendilerini tanıtırken memleket söylemeden olmuyor bende Samsun’luyum. Eğitim hayatımın üniversiteye kadar olan bölümünü Amasya SILOVA ilçesinde tamamladım. 1985 yılında Harp Okulu’na giriş yaptım. Teğmen olarak mezun oldum. Harp Okulu’ndaki eğitim alanım Elektrik-Elektronik bölümüydü ama bu, bir mühendis olarak tanımlanmıyor. Okuldançıktığınız zaman subay diploması alıyorsunuz. İsterseniz inşaat bölümünde, isterseniz işletme bölümünde okuyun, fark eden hiçbir şey yok;unvanınız subay oluyor. 2008 Yılına kadar silahlı kuvvetlerde farklı illerde ve farklı rollerde görev yürüttüm. 2008 yılında Bingöl’e tayinim çıktı. Kocaeli’nde görev yaparken emekliliğimi istedim ve oradan ayrıldım. İki yıl özel sektörde Genel Müdür olarak görev aldım.2010 yılından itibaren ise eğitim, denetim, danışmanlık ve yaşam koçluğu faaliyetlerini sürdürmekteyim.
Soru 2: Kişisel vizyonunuz ve misyonunuz nedir?
Cevap: Vizyonum etrafımdaki insanlara fayda sağlamak. Benimle eşdeğer olanlara bu, meslek olarak da eşdeğerlik olabilir, yaşıt olarak da eşdeğerlik olabilir, her 2 boyutta da rehberlik yapmak benim vizyonum. Yani fayda ve öncülük yapmak şeklinde bunu tanımlayabilirim. Misyonum ise, Türkiye’nin de jeolojik konumundan esinlenerek; malum bir tarafımızda akılcılığı ön planda tutan Avrupa, diğer taraftan daha mistik boyutta yer alan Doğu ve Orta Doğu; bizde tam onun arasında köprü vazifesi gören bir ülkenin vatandaşıyız. Ben de yaşam misyonumu, mademki böyle bir ülkede doğdum, büyüdüm ve yaşıyorum, o zaman; Batı’nın bilimselliği ile Doğu’nun duygusal boyutunu sentezleyerek buradan orijinal çıkarımlar yapıp paylaşmak, faydalı bilgiyi aktarmak, olarak tanımlıyorum.
Soru 3: 17-18 yıl subaylık yaptıktan sonra sizi subaylıktan ayrılmaya iten etken nedir?Pişman oldunuz mu?
Cevap: Subaylığı yaparken, keyif aldığım bir alan, oraya gelen Türk vatandaşlarının, askerlerin çok iyi bir şekilde eğitilmesini sağlayarak, özel ve sivil hayatlarında başarılı olmaları için bunun bir fırsat olduğunu görüyordum ve sürekli olarak her yeni gelen askere yeni bilgiler verip onların problem çözebilme kabiliyetlerini artırarak çıkmaları için ciddi faaliyetler gösterdim. Fakat 18 yıl boyunca benzer faaliyetleri yapınca artık“ özel sektörde işler nasıl gidiyor?” bunuda çok merak ediyordum.2008 yılında Bingöl’e tayin olmayı da bir fırsat olarak değerlendirip sistemin dışına çıkmaya karar verdim. Böylelikle ayrıldım. Subaylıktan ayrıldığım için hiç pişman olmadım çünkü orada da insanlara faydalı olmak için bir çaba gösteriyordum, şimdide eğitim, danışmanlık ve yaşam koçluğu faaliyetlerini sürdürerek faydalı oluyorum. Orada belki zorunlu sebeplerden dolayı askerliğini yapmak zorunda olan insanlara faydalı olurken, şimdi gönüllü olarak hizmetimden faydalanmak isteyen insanlara bir şeyleri sunuyor olmayı, daha bir doygun şekilde değerlendiriyorum.
Soru 4: Subaylığın dışındaki dönemlerde bazı firmalarda Genel Müdürlük yapmıştınız. Bir firmanın Genel Müdürü iken kendinizi nasıl hissediyordunuz?
Cevap: Bir makamı işgal etmek, bazı sorumlulukları da taşıyabilme gücünü bulundurmanızı gereksiyor. Özel sektördeki işletmelerin 3 tane ana fonksiyonu vardır: 1- İşletme verimli çalışacak, 2- Etkin olunacak,3- Etkili olunacak. Genel müdürün bu 3’ünü başarması bir zorunluluktur. Verimlilikten kastımız minimum girdi, maksimum çıktı elde etmektir. Etkin olmaktan kastımız doğru zamanda doğru işi yapıyor olmanın sağlanması. Etkili olmak ise Genel Müdürlüğün yapmış olduğunuz organizasyonun çıktılarından istifade edenlerin uzun süredir memnuniyetinin sağlanmasıdır ve bu 3 fonksiyonu başarabilmek içinde, insan kaynağı yönetiminin, üretimin, satın almanın, satış ve pazarlamanın, servis hizmeti veriyor olmanın verimli etkin ve etkili olmasını sağlamak. Bu 3 fonksiyonu başaracağı şekilde bir koordinasyon yönlendirme ve yönetme becerisinin bir Genel Müdürün sergilemesi gerekiyor. Ana sorumluluklarından bir taneside organizasyonu, gerçekleştirmiş olduğu eylemleri, çevredeki değişimleri karşılayacak şekilde de sürekli bir dizayna ihtiyacı vardır.
Soru 5 : Firmanız (CPA Danışmanlık) hangi alanlarda danışmanlık hizmeti vermektedir?
Cevap: CPA danışmanlığa misyon olarak baktığımızda, biz hizmet vermiş olduğumuz müşterilerimizin haklı başarılar elde etmesi için çaba göstermek, şeklinde tanımlıyoruz. Yönetim danışmanlığı adı altında, biz genelde kendimizi reklam ederiz. Bu yönetim danışmanlığının içerisinde işletmelerin satın alma faaliyetlerinin iyileştirilmesi, insan kaynakları yönetiminin çalışanların beklentisini, müşterinin beklentisini karşılayacak şekilde dizayn edilmesi, bir yönetim kademesinin kurumsal bir organizasyonu yönetme noktasındaki işlerin iyileştirilmesi, müşteriden gelen olumsuz geri dönüşlerin çözümlenerek müşteri sadakatinin oluşturulması, üretim verimliliğinin arttırılması, stratejik planlamanın yapılması bizim işlevlerimizi içermektedir.
Soru 6: Yönetim sistemleri uzmanı nedir? Kısaca bahseder misiniz?
Cevap: Bu sıfatı ben kendim oluşturdum diye düşünüyorum. 2005 yılında yönetim, organizasyon alanında yüksek lisans yaptığım sırada, tıp doktorlarının ünvanlandırılmasından esinlendim. Bende yüksek lisansı yaptığımda dedim ki: Ben bir yönetim sistemleri uzmanıyım. Bu noktada, içeriğinde ne vardı diye baktığımızda, biraz önce CPA danışmanlığın işlerini sıralarken söylemiş olduğum faaliyetleri yürütüyor. Yönetim sistemleri uzmanı ama bunu yürütürken de modern yönetim sistemleri dediğimiz araçlar üzerinden gerçekleştiriyor, ISO 9001 kalite yönetim sistemi gibi; stratejik planlama gibi; EFQM mükemmellik modelinin çalıştırılması gibi. Yani klasik bir biçimde, tedarikçi,işletme, müşteri zincirini bir ISO ya uyumlaştıraraktan; bir alt sigma modelleyerekten; bir EFQM modelleyerekten, işletmenin yönetim kalitesini arttırmayı ben yönetim sistemleri uzmanının yapması gereken işlemler şeklinde değerlendiriyorum.
Soru 7: Mühendislik hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cevap: Bir eğitim esnasında katılımcılara sordum: “Mühendis kime denir?”. Yaygın bilinen tanımlamayı ekipten bir arkadaş telaffuz etmişti: Mühendisi, analitik düşünebilme yetisine sahip olan kişi, olarak tanımlamıştı. Oysa bu tanımlama 1970’li yılların tanımlamasıdır. Bugün hala bizim mühendislerimiz kendini tanımlarken, analitik düşünceyle bağlantılı görüyorsa büyük bir yanılgı içerisinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü analitik düşünme yapısında bir sebep bir sonucu üretir ve o sebebi analiz ettiğinde sadece bir cevabı vardır. Karşılığı kavramsal olarak bu fakat günümüz inovasyon çağı ve bu yaratıcı düşünceyi gerektiriyor. Yaratıcı düşüncede ise bir hatalı durumun bir sürü farklı çözümü olabilir. O zaman mühendis dediğimiz kişiyi de, bir durumdan çok çok farklı varyasyonlarda sonuçlar üretebilme kabiliyetine sahip olması gereken kişi, olarak değerlendiriyorum. Yaratıcı düşünce mühendisle özdeş olmak zorundadırki çağımızın inovasyon eğilimini başarıyla gerçekleştirebilsinler.
Soru 8: En büyük başarınız nedir ve başarılarınızı neye borçlusunuz?
Cevap: ‘En büyük başarı’ şeklinde bir kıyas yapmak istemiyorum. Eğer klasik anlamda başarı, arzu edilen sonuçları yakalamak ise, biz bunu Mardin’deki bölüğümüzde çok güzel başardık. İstanbul’da danışmanlık hizmetini ilk verdiğim kuruluşlarda başlayan bir süreçti. Hatta bir anımı paylaşmak istiyorum burada: Cumartesi ve Pazar günleri, bir firmanın çalışanlarına motivasyon kaynaklı eğitim veriyordum. Firma sahibi o hafta sonu bizle iştirak edememişti. Pazartesi günü olduğunda saat 10 gibi beni aradı: ”Veli hocam ne yaptınız siz işçilere!”, falan dedi. “Ne yapmışım ya?”, dedim. Şuan hepsine desem ki: “İlk hedefiniz Akdeniz’dir.”, hepsi burayı anında terk ederek koşar. “Yani o kadar motive olmuşlar bu hafta sonundaki etkinliklerden dolayı.”, dedi. Tabi bunları duymak, bu övgüleri almak birazda kamçılıyor insanları ama insanı kamçılayan sadece övgü değildir aslında. Orijinal de insanı kamçılayan, problemin varlığıdır ve o problemi çözmek için mücadele gösteriyorsan, o başarıyı da devamında getireceksin demektir.
Soru 9: Diyelim ki hayatınızla ilgili bir film yapılıyor. Bu filmin soundtrack’inde çalan parça ne olurdu?
CEVAP: İbrahim Tatlıses‘ten bir şey istemezdim, Yıldız Tilbe’dende. Herhalde Queen’den bir şarkı isterdim. Yani Queen şarkılarına baktığımda, daha böyle biraz yavaş giriş, sonra perdelerin yükselmesi, bitişe doğruda bir şatafat hissediyorsun. Hayatımında öyle olmasını isterdim. Yani başlangıç da daha böyle durağan bir yapı, sonrasında bir yükselme, en sonda hak ettiği şekilde öldü, denilen bir adam olmak isterdim.
Soru 10: Geriye dönüp baktığınızda hayattan öğrendiğiniz en önemli şey nedir?
CEVAP: Hayatın bana kazandırdığı en önemli husus, kaybetmenin kazanmak için sebep olduğudur. Kaybetmeyi, bir şey kazanmak istiyorsan eğer, bir minnetle karşılamak lazım diye düşünüyorum. Japonların veya Uzak Doğu Kültüründe yer alan bu YingYang tanımlaması da önemli, bu sorunla bağdaşık olarak. Çok huzurlu anlar yaşıyorum dediğinde, mutlaka onun içerisinde mutsuzluklar yer alıyordur. Çok karalar bağladığın ve kendini bedbaht hissettiğin,bitmiş tükenmiş hissettiğin anda da bunun içinde yaşam kıvılcımları vardır. Ben bu olayı siyah içerisinde beyazlar vardır olarak değerlendiriyorum ve umut ışıklarının insan için hiçbir zaman sönmeyeceğini düşünüyorum.
Soru 11: Kariyer yaşamında biz yeni mezunların başlangıçta karşılaşacağı sorunlar için ne gibi önerileriniz var?
CEVAP: Sizlerin karşılaşmış olduğu en büyük problem, iş müracaatı yaptığınızda deneyim, tecrübe aradıklarından dolayı mağduriyet yaşamanız. Fakat ben sizin bu mağduriyetinize çok fazlasıyla katılmıyorum. Çünkü üniversitede eğitiminizi sürdürürken, özellikle 1. Ve 2. yıllarını biraz kayıp yılları şeklinde değerlendiriyorum. Lisedeki psikolojiden, ailedeki ortak yaşam alanından kopup biraz daha bireyselleşme, ferdileşme, özgürlüklerinizi birey olarak yaşayabilme heyecanı sizi motive ediyor. 3.yılın artık sonuna doğru sanırım işle ilgili, okul bittiğinde ne yapacağımla ilgili sorular sorulmaya başlanıyor. Burada çözümlemeyi de genellikle yanlış yapıyor arkadaşlarımız. Sertifika toplamakla özel sektöre, iş hayatına hazırlık olmaz. Elbette ki sertifika belki CV’nizin doluluk oranını artırmak için bir etkileyici faktör olabilir ama almış olduğunuz sertifikalara konu olan hususları ne kadar anlayıp, idrak edip, bunu pratiğe dönüştürebilecek bir bilgiye sahipsin? Dolayısıyla mülakatlarda da bunlar soruluyor. Hak edilmemiş bir özgüvenle çıkılıyor maalesef okuldan. Mülakatlar esnasında sorular sorulduğunda, yaparım, ederim başarırım deniyor fakat yöntemin ne olacak? Bununla ilgili hiçbir çerçeve oluşturdun mu? Bir yerde deneyimledin mi bu bilgilerini?Maalesef yok. Sunma önemlidir, yani kendini, bilgini sunmak.
Bilgiyi bir tecrübeyle beraber karşı tarafa aktardığında, ikna etme kabiliyetin daha yüksek olur ve dilinizde söylemlerinizde kullandığınız kelimenin kalitesi ne kadar var buna dikkat etmek lazım çünkü düşüncen kaliteli ise dilinden çıkanlar kaliteli olacaktır. Bunun için beyinde çok ciddi bir dağarcığın olması gerekiyor. Eğer 1 günde ortalama 50 sayfanın civarında ders kitapları dışında farklı konularda ilgi alanlarını düşünüp, bunlarla ilgili araştırmalar yapıp günün en azından 1-2 saatini ayırabiliyorsanız, düşünce kalitesi oluşmaya başlayacaktır. Buda söz kalitesine yansıyacaktır. Söz kalitesi ise sizi mülakatta kurtaracaktır. Okumayan araştırmayan bir insanın sıklıkla ben çok şey biliyorum havasında dolaştığını görürüz. Bunlar gerçekten çok üzücü şeylerdir. Şöyle bir skalayı gözünüzde canlandırmanızı istiyorum: Bir dikey eksen 0’dan sonsuza gidiyor ve eksenin adı “bilgi”. Birde yatay eksen düşün, bilgiyle kesiştiği nokta 0 ve oda maksimuma doğru gidiyor.0 noktasında iken bilgin yok, bir karmaşa hissetmezsin hayatla ilgili. Bilgi biraz arttığında karmaşada artar. Bilgi yarı bilgili olma noktasına geldiğinde karmaşa maksimum seviyeye ulaşır. Yarı bilgili olma durumundan bilgili olmaya doğru gittikçe karmaşa bu sefer lehimize doğru olmaya başlar. Bizim bu bilgi ve karmaşa ekseninde kendimizi çok doğru bir noktada konumlandırmamız gerekiyor. Bu doğru nokta, yarı bilgili olma noktasının üzerinde olmalıdır ki, bir yerde çalışırken hatalarımız düşük seviyede çıksın, etrafımızdakiler bizden ilham alabilsin ve bizimle beraber çalışan insanları doğru yönetebilelim.
Soru 22: Öğrenci kulüpleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cevap 22: Öğrenci kulüplerinin; izlediğim zaman ciddi bir organizasyon faaliyetleri içerisinde olan kurumlar. Amaçlarını çok doğru buluyorum. Varlıklarını gerekli görüyorum kulüplerin. Fakat, maalesef popülist yaklaşımları çok fazla olduğunu da görüyorum. Şöyle; eğer siz kulübe üye olan bireylerle, öğrencilerle kulübün faaliyetlerinden etkilenmesi muhtemel diğer öğrencilere faydalı sonuçlar yaratmak istiyorsanız kurgularınızın da çok sağlam olması gerekir. Elbette ki bir konunun öğrenilmesi esnasında yaşanan keyif önemlidir. Anlaşılabilirliği çok mümkün kılar. Fakat burada bir denge önemli. Bir etkinlik düzenlediğinizde etkinliğe katılanlar ‘Aaa çok eğlenceliydi, çok keyif aldık.’noktasında bulunup da ‘Ne öğrendin?’ noktasında bir bilgiyi izah edemiyorsa, o zaman kulübün o etkinliğinin ben çok faydalı olduğunu düşünmüyorum. Ve kulüplerin yönetiminde askeri hiyerarşi gibi, bir devlet yönetim hiyerarşisi gibi hiyerarşik durumun, yani otokratik bir durumun var olduğunu hissediyorum.
Belki bu benim karşılaşmış olduğum kulüplere özgü bir şey de olabilir. Genele de yaymak istemiyorum. Ama öğrenci arkadaşlarımızın bu noktada bir hassasiyet geliştirmesini, yönetim biçiminin tamamen demokratik bir yönetim biçimi şeklinde olmasını öneriyorum. Bir kulüp başkanı seçildiğinde ilelebet devam etmesin. Gerekirse altı ayda bir devridaim olsun. Ve her liderliği yürüten kişiyi bunu bir fırsat olarak değerlendirip kulüp başkanı olduğu süre içerisinde liderlik meziyetlerini artıracak şekilde tedbirler geliştirsin. Kendini gözlemlesin. Hitap etmiş olduğu kişileri etkiyebilme kabiliyetini göstersin. Ve buradan kulübün hizmetlerinden istifade edenlere de faydalı sonuçlar üretecek şekilde etkinliklerin dizayn edilmesiyle ilgili gayret göstersin. Eminim çok daha güzel sonuçlar alınacaktır diye düşünüyorum yani.