Hiç insanoğlunun yarattığı teknolojinin uzayda gerçekleşecek bir savaşı nasıl şekillendirebileceğini ya da Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinin “Uzay Savaşları” ile ne derece ilintili olduğu ihtimali üzerine düşündünüz mü? Dışarıdan bakıldığında bu sorular oldukça iddialı geliyor; fakat medeniyet yer yüzünde var oldukça tarih akışının insanoğlunun savaşma içgüdüsü ile ne kadar içiçe olduğunu göz ardı etmek mümkün değildir.
Eminim ki çoğumuz ünlü “Uzay Savaşları” serisini televizyonda veya sinemada izlemiş ya da en azından ışın kılıçları, ışık hızında hareket edebilen uzay gemileri, galaksiler arası yolculuk, zaman makineleri, insanlarla omuz omuza savaşan sadık robot orduları gibi kavramları bir şekilde duymuş ya da görmüşüzdür. Şu anki güncel teknolojinin bu tarz bilimsel seviyeye ulaşması belki bir takım şartlar nedeniyle imkansız olarak gözükebilir. Kabul etsek de etmesek de, bilimsel gelişmelerin sınırlarını daha iyi kavrayabilmemiz için savunma teknolojilerinin detaylarına bakmak gereklidir. Bu sebeple geçtiğimiz yüzyılda belki sivil halka bilgi bağlamında çok fazla naklettirilmeden sadece siyasi ve bilimsel kulvarda kendini gösteren “Gerçek Uzay Savaşı” tarihine ve kullanılan teknolojiye göz atılması gerekir.
Soğuk Savaş’ın 1980’li yıllarında, dönemin Amerika Birleşik Devletleri başkanı Ronald Reagan tarafından tasarlanıp hayata geçirilen önemli bir proje üzerinde durulmaktaydı. Bu proje, uzayın Amerikan topraklarının ve halkının korunması amaçlı kullanılmasını öngörüp buna yönelik teknolojik atılımların yapılmasını desteklemekteydi. Bu girişim bir nevi uzayın askeri açıdan kullanılması fikriydi ve yer yüzünde yaşanan iki dünya savaşı sonrası elli milyon civarındaki can kaybından sonra sivil insanların bir de henüz hakkında pek bilgi sahibi olmadıkları uzayın yeni bir çatışma ortamı olarak kullanılmasını sosyo-psikolojik açıdan kabullenmeleri pek kolay değildi. Uzayı teknolojisi ile avucunun içine almak isteyen bir başka güç de bu hamlelerin altında kalmamak için her türlü çabayı gösteren Sovyetler Birliği’ydi. Aslında daha evvelden uzaya gönderilen uyduların her ne kadar sivil amaçlı kullanıldığına dair açıklamalar yapılsa da her iki süper güç hem teknolojik sınırları denemekte, hem de bu teknolojiyi rakiplerini mağlup etmek amaçlı kullanmaktan çekinmemekteydi.
Yapılan ön çalışmalardan sonra bu proje Ronald Reagan tarafından “Stratejik Savunma Girişimi“ (SDI – Strategic Defence Initiative) adı altında 1983 senesinde hayata geçirildi. SDI, o zamana kadarki alışılageldik savunma teknolojilerinin çok ötesinde bir vizyona sahip bir girişim olarak savaş konseptine yeni bir boyut kazandırmıştı. Temelde kıtalar arası balistik füzeler uzaya yerleştirilecek yeni nesil silah sistemleri tarafından atmosfer ötesi müdahale ile imha edilecekti. İkinci Dünya Savaşı’ndan evvel Alman mühendisleri ve fizikçileri tarafından kurulan “Uzay Seyahati Topluluğu”nun (VfR – Verein für Raumschiffahrt) savaşın başlaması ile askeri projelere de entegre edilmesiyle, Naziler tarafından amaçlanan uzayın silahlandırılması böylece yaklaşık yarım yüzyıl sonra Almanlar’ın savaştaki düşmanları tarafından gerçekleşiyordu.
Bu sistemler üç ana kategoride değerlendirilebilir;
- Karadan ateşlenen sistemler
- Uzaydan ateşlenen sistemler
- Yönlendirilmiş enerji sistemleri
Karadan ateşlenen sistemler, günümüzde de yaygın kullanılan zeminden havaya (güdümlü veya güdümsüz) fırlatılan füzelerin taarruz ve savunma amaçlı değişik modifikasyonları olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradaki esas amaç, hava sahasına nüfuz etmeye çalışan düşman füzelerinin yerden fırlatılan sistemlerle imha edilmesi ve gerekli bir saldırı anında düşman topraklarına yapılacak bir taarruzda ana ateş gücü olarak kullanılmasıdır. Farklı irtifalarda seyreden düşman füzeleri için bu yüksekliklere uygun tasarlanmış ayrı sistemler mevcuttur. Bu tarz savunma sistemlerde genel olarak savaş başlığının mevcut olmadığı kinetik enerjiye dayalı silahlar düşünülmüştür. Kinetik mühimmatlar ses üstü bir hızda ateşlenir (6500 km/h civarındadır. Ses hızının 1224 km/h olduğu göz önüne alındığında ateşleme hızı ses hızından yaklaşık 5 kat daha hızlı olarak hipersonik hız kategorisine girmektedir) ve avını yok etmek için hareket anında bünyesinde barındırdığı kinetik enerjiden yararlanır. Benzer prensip günümüzde savaş uçaklarından fırlatılan mağara delici mermilerde de kullanılmaktadır.
Uzay savaşları fikrini canlandıran esas teknolojik fikirler uzaydan ateşlenen sistemler kategorisinde mevcuttur. Bunlardan en önemlileri “Uzay Merkezli Önleme Sistemi” (Space-Based Interceptor) ile “Akıllı Çakıl Taşları” (Brilliant Pebbles) olarak bilinen fedailik görevini üstlenmiş sistemlerdir.
Önleme sistemi uydu tabanlı olup düşman bölgesinden fırlatılan füzeyi tespit ve takip etmekte görevlidir. Tespitler, ateşlenen füzenin çeşitli seyir evreleri ile ortak şekilde güncellenir ve infilak etmesine kadar gereken süre hesaplanır. Bu evreler sırasıyla kalkış anı, kalkış sonrası an ve atmosfere giriş anı olarak tanımlanır. Kalkış anı füzenin ateşlendiği ve yukarıya doğru irtifa kazandığı andır. Bu evrede, füzenin baş kısmında saklı bulunan savaş başlıkları muhafaza edilmiş durumdadır. Bu evrede yapılacak bir müdahale düşman füzesinin içindeki savaş başlıkları ile kendi hava sahası içerisinde imha edilmesini sağlayabilir. Fakat teoride bu evre genellikle 4 dakika kadar sürmektedir. Bu zaman zarfı içerisinde füze koordinatlarının tespit edilmesi ve imha edilmesi için gerekli işlemlerin eksiksiz gerçekleştirilmesi düşük ihtimal dahilindedir. Kalkış sonrası an ise ortalama 10 dakika olarak hesaplanmıştır. Bu evrede füze atmosferi geçerek uzaya ulaşır; baş kısmında bulunan savaş başlıkları serbest bırakılır ve bu cisimler takım halinde uzayda parabolik bir seyir hattı çizerek tekrar atmosfere doğru yönelirler. Başlıkların serbest kalması anından itibaren yaklaşan tehlikeli obje sayısı bir değil, birden fazladır. Örnek olarak, bir füzenin ortalama yarım düzine kadar savaş başlığı taşıyabileceği göz önüne alındığında (tasarıma göre sayısı değişir) tek bir ateşleme sonrası 6 adet ölümcül savaş başlığı ile başa çıkılması gerekmektedir. Bu esnada fedailere büyük görev düşmektedir. Otomatik düşman füzesi tanıma sensörleri ile donatılmış bu akıllı sistemler bugünkü insansız hava araçları ile kıyaslanabilir. Önceleri yüzlerce akıllı çakıl taşını dünya yörüngesine oturtarak uzayda bir nevi mayın tarlası yaratmayı düşünen Amerikalılar daha sonra uzayın belirli yerlerinde konumlandırılmış ve üzerinde bir düzine fedai taşıyan uydu benzeri modüllerin daha verimli olacağı kanaatine vardılar.
Çok sayıdaki savaş başlığının önleme sistemi tarafından tespiti ve fedai sistemler tarafından imha edilmesi ise bu bahsedilen kısa zaman dahilindedir. Fakat Sovyet bilim insanları bu fikre karşılık olarak ana gövdeden ayrılan savaş başlıklarının arasında yanıltıcı başlıklar yerleştirmişlerdir. Böylece ayrılan tüm savaş başlığı görünümlü cisimlerin arasından gerçek savaş başlıklarının tespit edilmesi gerekmektedir. Bu fikir zamana karşı yarışta Amerikalılar’ın elini bir nebze zayıflatmıştır; çünkü rakiplerinin yüzlerce ya da binlerce savaş başlığı ile saldırması anında gerçekleri ile yapay olanları nasıl ayırt edeceklerini bulmak zorundadırlar. Fakat yapılan bir araştırma sonucu yanıltıcı cisimlerin atmosfere giriş anı olarak adlandırdığımız üçüncü evrede aşırı sürtünme ve yüksek ısıdan ötürü kendilerini imha ettikleri iddia edilmiştir. Bu evreden sonra gerçek savaş başlıkları hala yok edilmediyse, ortalama 3 dakika içerisinde infilak etmek üzere hedefe doğru yaklaşıyor olacaklardır. Bu zaman zarfı içerisinde birinci kategoride bahsettiğimiz karadan ateşlenen silah sistemleri ile veya yönlendirilmiş enerji sistemleri ile imha işleminin son aşaması başlayacaktır.
Yönlendirilmiş enerji sistemleri arasında sayabileceğimiz en önemli teknolojiler ise hipersonik hızda ateşleme sistemine sahip elektromanyetik silahlar, lazer ışınlarını cisimlerin üzerine yönlendiren aynalar ve cisimleri ısıtarak infilak ettiren kimyasal lazer silahlarıdır. Elektromanyetik silah, ateşli silahlardaki gibi barut ya da herhangi yanıcı maddeye ihtiyaç duymamaktadır. Mermi, fırlatıldığı raylar üzerinde oluşturulan elektromanyetik dalganın itici gücü ile namludan ateşlenmektedir. Ses hızının 7 ila 8 kat üstünde bir hız ile (yaklaşık 10.000 km/h) hareket eden mermi karşılaştığı her türlü malzemeyi kolaylıkla delip kalıcı hasar yaratabilir. Yer yüzünden gönderilen lazer ışınları uzayda konumlandırılmış ayna görevi gören modüller sayesinde seyir halindeki cisimlerin üzerine yönlendirilerek tehlike bertaraf edilebilir. James Bond serisinin “Başka Gün Öl” bölümünde Icarus isimli uydunun güneş ışınlarını aynalar yardımı ile yeryüzüne yönlendirip Kuzey ve Güney Kore arasındaki mayın tarlasını temizlemesi benzer bir fikirdir. Kimyasal lazer sisteminde ise tespit edilen cisme hidrojen florür lazeri enjekte edilerek gövde ısısının artması ve kendiliğinden inflak etmesi amaçlanmıştır. Yönlendirilmiş enerji sistemleri hem atmosfer dışında hem de atmosfer içinde savaş başlığı imha sürecinde kullanılmak üzere tasarlanmıştır.
Stratejik Savunma Girişimi kapsamında yukarıda anlatılan yöntemlerin yanında daha birçok teknoloji uzaydan gelebilecek tehlikelere karşı koymaya yönelik denenmiş ya da envantere alınmıştır. Sovyetler Birliği’ne ait atış platformları ile Amerika Birleşik Devletleri toprakları arasındaki olası seyir rotaları göz önüne alındığında, olası bir saldırı halinde SDI sistemlerinin savaş başlıklarını imha etmesi için yarım saatten az vakti olduğu hesaplanmıştır. Bu sınırlı süre hem Amerikalılar’ı kendilerini savunmaları için yeni teknolojiler üzerinde yoğunlaşmaya sevketmiş, hem de Sovyetler’i bu savunma konseptlerine karşı yeni fikirler üretmelerine yönlendirmiştir.
Her bilimsel proje gibi SDI ve Sovyetler’in karşı atılımlarının da bir maddi karşılığı olmuştur. 1991 senesinde resmen dağılan Sovyetler Birliği, son lideri Mihail Gorbaçov’un Uzay Savaşları başladığı dönemde mevcut ekonomik durumu düzeltmek amacıyla sıkça telaffuz ettiği “şeffaflık” (glasnost) ve “yeniden yapılanma” (perestroyka) politikalarının sonuçsuz kalması ile dünya gözünde Amerika Birleşik Devletleri’ne mağlup olmuştur (Resim 9). Bugüne kadar 20. yüzyıla damgasını vurmuş ve süper güç olarak tanımlanmış bir oluşumun dağılımı hep sosyalist-kapitalist düzen çatışması, 300 milyona yakın nüfusun refahını sağlayacak yaptırımlardan yoksun olunması, dünya ticaretinde Sovyet para biriminin zayıflaması, hükümet ve Politbüro’nun bünyelerindeki cumhuriyetleri sağlıklı şekilde kontrol edememesi, 1979’da başlayıp yaklaşık 10 sene süren Sovyet-Afgan savaşı ve büyük bütçeli askeri yatırımlar gibi sebeplere bağlanmıştır. Şüphesiz bu sayılan sebepler dağılımın bel kemiğidir. Fakat özellikle birliğin çöküşünden 7 sene evvel başlayan Uzay Savaşları na ait bilimsel projelerin getirdiği maddi ve siyasi yükün bu sürece olan etkisini güncel kaynaklarda tüm detayları ile görmek ne yazık ki mümkün değildir.
Yaşadığımız yüzyılda bilim-kurgu fimlerinde ve bilgisayar oyunlarında görmeye alışık olduğumuz dünya dışı çatışmaların kıvılcımı Soğuk Savaş döneminde resmen atılmıştır. Bu kıvılcım, Sovyetler cephesinde var olan ekonomik alevi daha da büyütmüş ve dağılma sürecinden sonraki buhranın hem siyasi hem de maddi etkisinin günümüzde kadar nakledilmesine vesile olmuştur. İnsanoğlunun savaşma içgüdüsü kendini burada yine göstermiştir. Şu gerçek unutulmamalıdır ki, bilim ve teknolojinin ağırlığı medeniyetin var olduğu her yerde ve cereyan eden her hadisede kendini bir nebze de olsa göstermektedir; tıpkı 20. yüzyıl dünya siyasetini şekillendiren bir oluşumun yok olma sebeplerinden birinin Uzay Savaşları olması gibi…
Not: Makalede kullanılan görsellerden bazıları Youtube’da yayınlanan Stratejik Savunma Girişimi hakkında hazırlanmış bir belgeselden alınmıştır: (Resim 5,6 ve 7)