Soya bitkisinin ana vatanı Japonya ve Cava dır. Önceleri yalnız Japonya ve Çin de yetişen bitki sonraları başka ülkelerde de yetiştirilmeye başlamış bir bitkidir. Bitkisel proteini yüksek, unundan ekmek yapılabilen, sütünden faydalanılabilen, yemeklik yağı olan endüstriyel bir bitkidir.
Bitki tanımına gelecek olursak; Soya, kazık köklü bir bitkidir. Kuvvetli bir saçak kök sistemi mevcuttur. Kökleri genellikle 60–70 cm olmakla birlikte 2 metre olanları da görülmüştür. Bitki boyu 60–150 cm arasında değişir. Sapı 10-15 boğumdan oluşur. Soya yaprakları üç yaprakçıktan oluşur. 3,5 cm uzunlukta ve 1 cm civarı kalınlıkta baklalara sahiptir. Bir soya bitkisi genellikle 35-40 baklaya sahipken seyrek ekimlerde bu sayı 200’ün bile üstüne çıkabilmektedir. Tohumlarının (tanelerinin) rengi yeşilin değişik tonlarından siyah, sarı ya da kahverengine varabilen alacalı renkte olabilir.
Soya, %18-24 oranında yağ ve %35-45 oranında protein içerir. %30 karbonhidrat ve %5 oranında mineral, çok sayıda vitamin ve değerli aminoasitler içerir. (Mercimek % 22, Et de % 20 civarı protein içerir)
Uzakdoğu’da, özellikle eski Çin uygarlıklarında soyaya çok değer verilmiştir. Hatta Çin’de Chou (Ço) hanedanlığı döneminde soya fasulyesi; çavdar, buğday, darı ve pirinç ile birlikte 5 kutsal tahıldan biri olarak kabul ediliyormuş. Prinç Osmanlı da ancak son zamanlarda vardı. Filmlerdeki gibi pilav yoktu, bulgur aşı tüketiliyordu.
Soya aslında Azot kaynağı olarak diğer bitkilerin gelişimlerine katkıda bulunması için ekiliyordu fakat bitkilerin sıkıntılı zamanlarda ve kıtlık zamanlarında denk gelmesinden dolayı Soya tüketimi de oluşmuştur. Chou hanedanının son dönemlerinde (M.Ö. 1134 – 246) ancak fermantasyon tekniklerinin bulunmasından sonra mümkün olmuştur ama yine de hiçbir zaman ana yiyecek olmamıştır. Görüldüğü gibi soya bitkisi çok eski bir bitkidir. Aslında soya bitkisi de ilk başlarda tıpkı buğday ve arpa gibi çok masumdu, ama daha çok verim elde etmek uğruna GDO ve genetik mühendisliği modifikasyonları sonucu özellikle soya da mısır, buğday, arpa gibi tahıl gruplarında kendini ön plana alıp tehlike çanları çaldırmaya başladı.
Mesela soya protein sindirimini sağlayan tripsin enziminin etkisini bozuyor. (Tripsin
Pankreas sıvısında bulunan ve bağırsaklarda proteinleri peptonlara ve polipeptitlere parçalayan sindirim enzimi olup Pankreasta, tripsinojen halinde etkin olmayan bir durumda bulunur ve onikiparmak bağırsağından salgılanan enterokinazın etkisiyle tripsin haline dönüşür. Proteini parçalayıcı etkisinden kandaki pıhtıları eritmede yararlanılır). Ayrıca içerdiği fitatlar kalsiyum, demir ve çinko gibi hayati minerallerin bağırsaktan kana geçmesini azaltıyor. Soyanın diğer zararları arasında D vitamini eksikliği, osteoporoz, hazımsızlık, alerji, bağışıklık yetersizliği, tiroit hastalıkları, bunama, kısırlık, kanser ve kalp kası hastalığı da var. Fermantasyon soyanın yukarda saydığımız birçok toksik etkisini gidermekte, ama doğru yapılması şartı ile.
Fakat piyasada satılan ve yüzlerce yiyecek içinde bulunan soyanın (soya sütü, soya yoğurdu, soya peyniri, soya dondurması, soya proteininden yapılmış salam, sosis gibi et çeşitleri) çoğu fermente değildirler. Isıl işlem görse bile fermentesi et ve ürünleri için uygun olup soya için uygun değildir. Halbuki Çinliler, Koreliler, Vietnamlılar ve Japonlar bizlerin sandığı gibi hiçbir zaman soyadan yapılan peynirler, soyalı tatlılar, soya sütleri ya da taklit soya şarküteri etleri tüketmiyorlar. Yani soya katkı maddesi olarak değil de direkt olarak bitki olarak tüketiyorlar. Fasulye gibi yani
Soya proteini izolatı üretimi yapılırken eklenen ya da yapımı sırasında oluşan nitritler, lizinoalanin, alüminyum, mono-sodyum-glutamat (MSG) ve flor bileşikleri gibi çeşitli toksinler var. Bunlardan nitritler ve flor kanserojendir. Halbuki geleneksel fermente soyada bu toksinlerin hiçbiri yoktur.
Günümüzde Çin’de tüketilen soya miktarı gıda sanayicilerinin abarttığı gibi fazla değildir. Mesela 1999’de yayınlanan bir araştırmaya göre günlük soya proteini tüketimi iki tatlı kaşığından daha az (erkekler için 8 gram, kadınlar için 7 gram). Ünlü Cornell Çin Çalışmasına göre Çin’deki baklagil tüketimi 0 ile 58 gram arasında değişmekte (ortalama 12 gram). Yine 1930 yılında yapılan bir araştırmaya göre Çinlilerin diyetinde domuz eti toplam kalorinin yüzde 65’ini oluştururken soyanın buradaki payı sadece yüzde 1.5. Halbuki Amerikan hükümetinin kalp-damar hastalıklarından korunmak için halka tavsiye ettiği günlük en az yenilmesi gereken soya miktarı bunun neredeyse 3 mislidir. Ve ABD de kullanılan Soya fermente edilmemiştir.
Günümüzde insanlar ne kadar soya yediklerinin de farkında değiller. Çünkü herhangi bir markete gittiğimizde raftan aldığımız birçok paket gıdanın (salam, sosis, sucuk, köfte, hazır et suları, hazır çorbalar, hazır salata sosları, paket cipsler, paket bisküviler, paket çikolatalar vs.) içerisinde soya ya da soya yağı var. Yani paketlenmiş gıdaların nerde ise tamamında, Soya ya da Soya lesitini diye geçer içindekileri okuyun lütfen.
Hatta “Soya kıyması” adıyla satılan ürün yağı alınmış soya küspesi. 25 Kg torbalarda kg fiyatı 3,5 TL’ye satılıyor. Kullanırken ılık suyla ıslatılıyor ve 1 kg soya kıyması 3 kg su emiyor. Yani bu durumda kilosu 0.6 TL’ye geliyor. Gerçek etin kilosu 40 TL olduğuna göre oldukça karlı bir iş bu. Yani yediğiniz her fabrikasyon sucuk da soya lesitini de tüketiyorsunuz.
Bunların hepsi yasal.!!!! Anlayacağınız Bakanlık AB uyum sürecinde olduğu ve dışardan gelen yazıları yeminli olarak tercüme edildiği için kelimeleri bile değiştiremiyorlar ve buna göre de üretim yapılıyor. Ama Odalar bu konuda malesef sesini çıkartmıyor ya da çıkan ses cılız olunca duyulmuyor.
Fermente edilmemiş Soya kansere neden olabilir mi Gıda sanayicileri ve birçok bilim adamı meme, prostat ve kalın bağırsak gibi kanserlerin Uzakdoğu Asya ülkelerinde daha az görülmesini bu ülkelerdeki fazla soya tüketimine bağlamaktalar. Bu iddiayı savunanlar soyanın kanserden önleyici etkisini içerdiği izoflavon adlı bileşiklerin zayıf östrojen etkisine bağlamaktalar. Gerçekten de soya izoflovanları belli miktarlarda tüketildiklerinde vücutta yapılan östrojenlerin güçlü etkilerini zayıflatarak kanserlerin tehlikesini azaltabiliyorlar.
Halbuki Uzakdoğu ülkelerinde diğer kanser türleri (yemek borusu, mide, tiroit, pankreas ve karaciğer) daha fazla görülmekte. Soya tüketiminin bazı kanserleri azaltırken bazılarını artırmasını izah etmek güç. Sanırım bu yemek pişirme alışkanlıkları ile alakalı bir durum.
Son on yılda yapılan birçok çalışma işlenmiş soyadan zengin gıda ile beslenmenin meme, mide, kalın bağırsak ve uterus kanserlerine karşı koruyucu olmadığını; hatta bu organlardaki kanserleri arttırdığını göstermekte.
Soyanın içerdiği bitkisel östrojenler fazla tüketilirse bazı kanserleri önlediği gibi bazılarına sebep de olabilir. Yani, soya kanseri önler? iddiası çok doğru değil, aşırı tüketim halinde kanser tehlikesi yaratabilir soya. Her GDO lu ürün gibi fermente olmayan ürünlere de dikkat etmek lazım.
Aslında sorun tüketilen soyanın fermente olup olmadığı. Bilindiği gibi Uzakdoğulular soyanın geleneksel fermente şekillerini tüketirler. Hâlbuki Batı dünyasında geleneksel soyalı yiyecekler yerine, işlenmiş soyalı yiyecekler yenir. Birçok tüketici salam, sosis, kıyma, sucuk, pastırma gibi et ürünlerinden bilmeden fazla miktarda soya alabilir. Soya için belirlenen bir dozun olmaması tehlikeyi büyük ölçüde artırmakta. Ayrıca soya ne şekilde ürünlere katılmakta hazır paketli fabrikasyon soya ne derece de güvenli bu konulara da dikkat çekmek gerekiyor. Peynir de bile soya kullanılıyor. !!!
Araştırıcılar soyalı mama ile beslenen yedi bebekteki östrojen düzeylerinin adet dönemleri olan erişkin kadınların kanlarındaki östrojen düzeylerine eriştiğini göstermişler Sadece soyalı mama ile beslenen bebeklerin aldıkları östrojen miktarı vücut ağırlığına göre ayarlandığında en az 5 doğum kontrol hapına karşılık gelmekte Son yıllarda kız çocuklarının çok erken yaşta ergenliğe girmelerinde soyanın payı az değil.
Soyalı mama ile beslenen maymunların testosteronlarının yüzde 70 daha düşük olduğu da gösterilmiş, Ayrıca Soya bazı üreme isteklerini bastırmakta da kullanılıyor. Son yıllarda erkek çocuklarda görülen meme büyümesinin (jinekomasti) de sorumlusu olarak bitkisel östrojen kaynağı soyalı gıdaların aşırı tüketilmesi gösterilmekte.
Türkiye deki Soya Ekiliş durumu Tablosu
Yıl | Ürün adı | Ekilen alan(dekar) | Hasat edilen alan(dekar) | Üretim(ton) | Verim(kg/da) |
2011 | Soya | 264.209 | 264.209 | 102.260 | 387 |
2012 | Soya | 315.990 | 315.990 | 122.114 | 386 |
2013 | Soya | 432.600 | 432.600 | 180.000 | 416 |
2014 | Soya | 343.178 | 343.168 | 150.000 | 437 |
2015 | Soya | 367.323 | 365.923 | 161.000 | 440 |
2016 | Soya | 381.804 | 381.782 | 165.000 | 432 |
Kaynaklar
Nagata C, Takatsuka N, Yoko Kurisu Y, Hiroyuki Shimizu H. Decreased Serum Total Cholesterol Concentration Is Associated with High Intake of Soy Products in Japanese Men and Women J Nutr 1998; 128:209-213.
Katz SH. Food and Biocultural Evolution: A Model for the Investigation of Modern Nutritional Problems. Nutritional Anthropology, Alan R. Liss Inc., 1987, p 50.