Rosalind Franklin maalesef bilim dünyasında popüler olan bir figür değildir.Tartışmacı ve sorun yaratma potansiyelinden dolayı erkek meslektaşlarından “Karanlık Kraliçe” olarak anılıyordu. Bunun nedeni, gerçekten karakterinden dolayı mı yoksa o zamanın bilim dünyasında egemen olan erkeklerden bir tepki aldığı için mi böyleydi, tartışılır. Ancak erkeklerin gölgesinde yaşadığı da bir gerçektir.
1920’de doğan Rosalind, o dönem kimya ve fizik alanında sayılı okullardan olan St Paul’s Girls School’da okudu. Bu alanda büyük başarı gösterdi ve 15 yaşında bilim insanı olmaya karar verdi. Babası bu işe karşı çıkıyordu. Çünkü o dönemde endüstri dünyasında kadın olmak çok zordu. Rosalind inat etti, 1938’de Cambridge Üniversitesi Kimya bölümüne girdi.
Mezun olduktan sonra İngiliz Kömür Kullanımı Araştırma Kurumu’nda çalışmaya başladı. Rosalind orduya yardımcı olmak istiyordu. Kömürün fiziksel yapısı üzerine yaptığı araştırmalar sayesinde İngiliz askerlerine verilen gaz maskeleri iyileştirildi ve bu çalışma ona kimya alanında doktora derecesi getirdi.
1946’da Rosalind Paris’e yerleşti. Burada Kristalografer Jacques Mering için araştırma görevlisi olarak çalışırken maddelerin atomlarının düzenini belirlemek için X-ışını kırınımı kullanmayı öğrendi. Burada yaptığı çalışmalar ileride ona çok yararlı olacaktı. Beş yıl sonra King’s College London biyofizik bölümüne araştırma görevlisi olarak girdi. Rosalind, kıdemli bilim insanı Maurice Wilkins’le beraber çalışmaya başladı.
İkisinin arasındaki ilişki çok gergindi.Laboratuvardaki bu gergin havaya rağmen Rosalind canla başla çalıştı. Doktora öğrencisi Raymond Gosling ile DNA ipliklerinin yüksek çözünürlüklü fotoğraflarını çekmeye başladı. Maurice ve iki arkadaşı, Francis Crick ve James Watson yıllardır DNA’nın moleküler yapısını çözmeye çalışıyordu. Ancak bu başarı Rosalind’e kısmet oldu. Başarıyı getiren de “Foto 51” adını verdikleri tek bir fotoğraf karesiydi.
Ancak Maurice Rosalind’den izin almadan bu fotoğrafı alıp Watson ve Crick’e gösterdi. Yıllardır çözmeye çalıştıkları bulmacanın son parçası da yerine oturmuştu: DNA gerçekten bir çift sarmal yapıya sahipti! Üçlü bu bulguları araştırmaları ile beraber yayımladı ve 1962’de Nobel Ödülü’nü kazandı.
Ne trajik bir durum ki, Rosalind 4 yıl önce araştırmalarının sonuçlarını göremeden yumurtalık kanserinden hayatını kaybetmişti. Doktorları uzun süre X-ışınları ile çalışmanın bu kansere neden düşündüler. Rosalind Franklin bilim adına yapılabilecek en büyük fedakarlığı yaptı ancak karşılığında hiçbir ödül ve takdir görmedi.
- İlk deneyleri ve araştırmaları sırasında Rosalind de DNA’nın sarmal yapıda olmadığını düşünüyordu. Hatta meslektaşlarına “sarmal DNA öldü” şeklinde bir not bile göndermişti.
- Rosalind, DNA üzerine yaptığı çalışmalara ek olarak tütün ve polio virüsleri hakkındaki araştırmaları ile de biliniyor.
- King’s College’da cinsiyet ayrımcılığı o dönemde had safhadaydı. Hatta Rosalind bile kadınlara ayrımcı davranıyordu. Ailesine gönderdiği bir mektupta üniversitedeki bir konuşmacı için “her ne kadın olsa da, iyi biri” yazmıştı.
- Rosalind, çalışmalarını kanser tedavisi sırasında da yılmadan sürdürdü hatta çok çalıştığı için ödül bile aldı.
- Bilimsel çevreler Rosalind’in bu çalışmalarla Nobel ödülünü hak ettiğini düşünüyordu. Ancak 50 yıl sonra aday listeleri açıklandığında,o dönemde aday bile gösterilmediği ortaya çıktı.