“Öleceğini Bilerek Yaşayabilen Tek Canlı İnsandır” aforizması klasiklerdendir ve aslında bu söz, türümüzün evrim sürecinde doğal yaşamdan ve doğadaki diğer yaşam türlerinden nasıl da uzaklaşarak yüksek bir farkındalık haliyle bütünleştiğini mükemmel bir biçimde ifade etmektedir. Hayvanlar aleminde, yaşamın sonlanacağı düşüncesine ilişkin en azından bilinç düzeyinde bir istenç olmadığı kabul edilir. Çoğu hayvanın, ölüm anı yaklaşırken bazı özgün belirtiler verdiğini ve bunun da “ölümü hissetmek” anlamına geldiğini düşünen ve iddia eden bir takım araştırmacılar varsa da, genel olarak türümüz dışında kalan tüm canlılarda gerçek anlamda bir farkındalık algısı olmadığına inanılmaktadır. Kurban yerlerinde bir kesim yapılırken, diğer hayvanların buna aldırış etmeden otlamaya devam ettiğine çoğumuz şahit olmuşuzdur.
Peki, acaba ölüm anından sonra neler oluyor? Bu sorgunun iki farklı başlık altında değerlendirilmesi gerekmektedir. İlki, ruh, can, ya da bilinç her ne derseniz deyin, ruhçu felsefenin konusu olan o tinsel oluşuma ne oluyor sorgusu. Diğeri ise, daha basit: “Bedenimize ne oluyor?” Tabii ki bilim bugüne kadar daha ziyade, ikinci başlık konusu üzerinde çalışmıştır. Öldüğümüzde ruhumuza ne olduğuna ilişkin bilim adına söyleyebileceğimiz pek bir şey yok gibi. Ancak yine de, inanç felsefesinin bu konuya nasıl baktığını, bugüne kadar yaşayan insan topluluklarının ölüm sonrası için nelere inandıklarını ya da inanmadıklarını kısaca değerlendirdikten sonra bedenin yok oluşu konusuna geçmek daha uygun olacaktır sanırım.
Tek tanrılı dinlerin tamamında, öldükten sonra başka bir hayat olduğuna ve bu yeni hayatın nasıl olacağının, dünyada inancımızın emrettiği davranışlar doğrultusunda yaşayıp yaşamadığımıza göre ödül ya da ceza olacak şekilde Tanrı tarafından belirlendiğine ilişkin inanış çok yaygındır ve bu inanış dinin ve “öbür dünya” olgusunun temelini oluşturur.
Benzer şekilde, Hinduizm, Budizm, Sihizm gibi, bir şekilde psikoloji ve felsefeyi de içine alan, mistik ve de içsel esaslara dayalı çok tanrılı dinlerde de, cennet ve cehennem kavramları dinin vazgeçilemez unsurlarıdır. Dolayısıyla, ölüm son değildir ve ruh yaşamaya devam eder. Ancak bu inanışlarda, ahiret dünyası da ebedi değildir. Cennet ve cehennem de geçici mekanlardır ve kişilerin tekrar tekrar yeryüzüne gönderilmek suretiyle sınandıkları uhrevi bir düzen olduğuna inanılır. Görüldüğü gibi bu dinlerde de fiziksel ölüm bir son olarak görülmediği gibi, gerçek dünya ile ölüm sonrası dünya arasındaki gidiş gelişler döngü halindedir ve sonsuza kadar süreklilik arz eder.
“Ölümden sonra yeniden doğmak” olarak özetlenen ancak “din” adı altında tanımlanmasının pek mümkün görünmediği reenkarnasyon olgusunun ise, insanların binlerce yıldır inandığı eski bir inanç türü olduğunu söyleyebiliriz. Bilim penceresinden bakıldığında ise reenkarnasyon, insanın yalnızca bilinç ve farkındalık boyutunda bile olsa, var olma ve hayatta kalma tutkusunun, zihinsel tezahürüdür.
Ölümden sonraki yaşamın nasıl olduğuna ilişkin itikatların tamamı, hemen hepimizin aşina olduğu, kültürümüze de yabancı olmayan dini inanç ve davranış kalıpları ile dini ritüeller üzerine kuruludur. Ancak dünya üzerindeki yaklaşık 4300 farklı din içerisinde bazılarının, ölüm sonrası yaşamla ilgili inanç ve görüşlerinin alışılagelmişin çok dışına çıkabildiği görülmektedir.
Kuşların yediği insanın ruhunun, bu kuşlarla birlikte gökyüzüne gideceğine inanan Tibet’li Budistlerden, ölü eti yemek suretiyle onun ruhuna saygı gösterileceğine inanan Güneydoğu Avustralya’lı Dieriler’e kadar pek çok toplulukta, ölüm sonrasına ait tuhaf inançlar bulunmaktadır ve bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Tüm inanç tipleri kendi düsturlarını inananlarına çok etkin bir kesinlikle “doğru yol” olarak sunarken, diğerlerininki “batıl” olarak tanımlanır ve öyle kabul edilir. Yeryüzünün kadim, tek tanrılı dinlerinde bile durum bundan ibarettir.
Şimdi biraz da ölümden sonra bedenlerimize ne olduğu konusu üzerinde duracağız. Ancak burada sorgulayacağımız şeyin, tamamıyla bedenin fiziki durumuyla ilgili olacağını peşinen söylememe izin verin lütfen.
Hayvanlarda, özellikle memeliler grubundaki ölüm sürecinde yaşanan fiziki değişim süreci, insanlarınkiyle neredeyse tıpatıp aynıdır. Ölümden hemen sonra, hızlı bir bedensel değişim süreci başlar.
Ölümü takip eden ilk 30-35 dakikalık süreç içerisinde beden bilinen tüm reflekslerinden vazgeçer. Tüm kasların kasılma refleksini kaybetmesi ve gevşemesi, ağzın çoğunlukla yarı açık kalması, gözlerin kapanamaması ya da kapalıysa açılamaması, göz bebeklerinin sıvı kaybından dolayı yumuşaması ve bulanıklaşması, tüm vücut salgılarının boşa çıkması (idrar, salya, sperm ve benzeri tüm sıvı içeren salgılar) derinin ışık geçirgenliğini ve esnekliğini kaybetmesi ve buna benzeyen başka diğer değişimler somatik ölümün habercisidir ve ölüm sonrası gelen erken değişiklikler olarak tanımlanabilirler.
Bazı organlarda faaliyet belirli bir süre daha devam eder. Ancak özellikle dehidratasyon ve başta kan olmak üzere vücut sıvılarının kaybı ile geri dönülemez bir süreç başlamıştır.
Yaklaşık 10-12 saat sonra vücut tamamen kaskatı bir hal alır. Ölüm anından sonra geçen her saat sonunda vücut ısısı ortalama 1 santigrat derece düşer. Tabii ki çocukların ve ince yapılı insanların vücutları çok daha hızlı soğur.
Kabaca 1 gün sonrasında vücutta çürümeye geçiş belirtileri baş gösterir. Nitekim solunumun durması ile, bedendeki bakteriler çoktan harekete geçmiştir. Parçalanmanın ilk kurbanları göz, mide, beyin gibi yumuşak doku organlarıdır. Örneğin bebeklerin bedenlerinin çok daha geç çürüdüğü bilinmektedir. Böbrek, kalp gibi bazı organlar ise çok daha geç yok olur. Çürümeye karşı en dayanıklı organ ise, yok olması aylarca süren rahimdir.
Ölüm sonrasında, hücre fonksiyonları durduğundan, normal vücut işlemleri yapılamaz hale gelir. Özellikle mide ve diğer sindirim organları çalışmayı bıraktığı için, bakteriler tarafından hızlı bir parçalama çalışması başlatılır ve bu faaliyet yoğun gaz birikimine, dolayısıyla da bedende belirgin bir şişmeye sebebiyet verir. Bazı hastalıklarla ilgili özel durumları saymazsak, şişme hali genel olarak ölümden 1-2 gün sonra başlar. Saç ve tırnakların ölümden sonra da uzamaya devam ettiği söylentileri doğru değildir ve bilimsel bir desteği yoktur.
Cesedin toprağa gömülmesiyle birlikte, ölüm anında zaten başlamış olan bozulma ve parçalanma faaliyetleri, dışarıdan gelen etkilerin de dahil olmasıyla inanılmaz bir hıza erişir. Toprak altındaki bedenin içinde gaz basıncı öylesine artar ki, göğüsün çöküp karın kısmının patlaması ile birlikte çıkan sesin, mezarların üstünden bile duyulması mümkündür.
Çürüme ve parçalama sürecini içeride bakteriler yürütürken, et sinekleri gibi diğer bazı canlı türleri de larva bırakmak suretiyle aynı işi dışarıdan başlatırlar. Bu yok etme faaliyeti yalnızca kemikler kalana dek döngü halinde devam eder.
Ortalama 6-7 gün sonrasında küçük kurtçuklar belirmeye başlar. 3 ay gibi bir süre sonunda vücut adaleleri, 6 ay sonra ise yüz kasları sabunsu bir hal alır. Bir sene sonrasında, bedenin daha iç kısımlarında yer alan kaslar artık eriyerek sabunlaşır. Tüm kasların dökülmeye başlaması 2. Yıla girerken gerçekleşmektedir. 3. Sene biterken ise, vücudun yumuşak kısımları artık tamamen yok olmaktadır.
Bundan sonra, ortalama olarak 5. yıl içerisinde kıkırdak dokuların çürümesiyle birlikte iskelette açılmalar başlar. Kemikler 10 ila 15 yılda konstrüktif özelliğini kaybeder. Kabaca 50 yıllık bir süre sonunda ise kemikler tamamen süngerleşir.
Tabii ki yukarıdaki yok olma süreleri, ölen kişinin yaşı, genetik altyapısı gibi biyolojik özelliklerinden tutun da, defin yerinin iklim şartları, gömme adetleri ya da çürüme sürecinde yaşanmış doğal afetler gibi pek çok parametrenin varlığına bağlı olarak ciddi değişiklikler göstermektedir. Ancak yine de bahsi geçen sürelerin, genel bir fikir edinilmesi bakımdan yeterli doğrulukta olduğunu söyleyebiliriz.
Konuyu özetleyecek olursak: Öldüğümüzde, organik bir oluşum olan bedenimiz, kısa zaman içinde yok olmaktadır. Hatta ölümle birlikte, bedenin otomatik olarak işleyen bir yok olma sürecini bizzat kendisinin başlattığını söylememiz de yanlış olmayacaktır. Ama ya bilincimiz? Bilinç, insanlar tarafından kabul gören yüzlerce dinin neredeyse tamamının öngördüğü üzere, bedeni terketse bile başka bir manevi yaşamda varlığını devam ettiren ölümsüz bir oluşum mudur yoksa ölüm hem beden hem de ruh için gerçekten de kesin bir son mudur? Maalesef bu soruya bilimin bugün verebileceği tek bir cevap bulunmaktadır: BİLMİYORUZ.