Merhaba, bugünkü yazımda ”Felsefe ve mühendislik birbiri ile etkileşim içinde midir?” veya ”Olmalı mıdır?” bu konudan bahsedeceğim.
Mühendislik felsefesi ”etik” açıdan uzun zamandır incelenmekte ve Einstein‘den Tesla’ya ve yaptıkları icatların sonuçlarına kadar tartışılmaktadır. Fakat ben burada felsefi düşünce tarzının mühendislik mantığına olan etkilerinden bahsetmek istiyorum. Şu an içinde bulunduğumuz çağda felsefe ve bilim kelimeleri yan yana konulduğunda tamamen ayrı iki konular gibi düşünülmektedir. Oysa gerçek hiç de böyle değildir!
Felsefe ve bilim arasındaki ilişki
Felsefe de bilim gibi akıl ve mantık doğrultusunda evrendeki olaylara ait konuları barındırır. Thales’in uzun zamandır cevaplanamayan “Evren nedir?” sorusuna ilk kez teolojinin dışında cevap aranmıştır. Evrendeki olay ve varlıkların efsanelerden bağımsız ilk açıklamaları felsefe sorgulamaları ile olmuştur. Felsefe bütün bilimlerin anasıdır. Hepimizin bildiği gibi ilk filozoflar aynı zamanda bir bilim adamıydılar. Thales matematikçi, Arşimet fizikçi, Aristoteles doğa bilimcisiydi.Dünyanın çevresini stadyum uzunluk birimine göre dikkate değer bir doğruluk ile hesaplayan Eratoshenes de bir düşünürdü. Başlangıçta felsefe içinde yer alan bilimler zamanla kendilerine özgü konu ve yöntemlerini oluşturarak felsefeden ayrılmışlardır. Bilimler bağımsızlıklarını kazansa da felsefe ile olan bağları tamamen kopmamıştır. Felsefede bilimde olduğundan daha çok yaratıcı zekaya, bilgi birikimine, sezgi ve duyulara ihtiyaç vardır. Bilim ve mühendislik öğrenmek için araştırmalar yapar; ama bilginin ne olduğunu incelemez. “Bilgi nedir ? “,”Bilgiler ayni nitelikte midir?” diye sormaz. Felsefe konu bakımından olduğu gibi yöntem bakımından da bilimden ayrılır. Bilim tüme varım ve tümden gelimi kullanırken felsefe daha çok kuramsal düşünüş, sezgi ve birleştirici yöntemden yararlanır.
Mühendislikte Felsefi Yaklaşım
Mühendisliğin felsefe yönünü unutmak, doğrudan sadece öğrenilen bilgileri uygulamak bizi iyi bir mühendis mi yoksa iyi bir usta başı mı yapar? Sözel ve sosyal altyapısına değer verilmeyen eğitimin bir sonucu olarak meslekte felsefe, akılcı mantık ve bilimsel yönler göz ardı ediliyor ve hep hazır formüllerden, algoritma ve yöntemlerden medet umuluyor. Bir mühendis önüne gelen sorunu enine boyuna incelemeli, akılcı algılamalı ve sorgulamasını yaptıktan sonra çözüm yöntemlerine yine farklı bakış açılarıyla çözümlemeli. Mühendisliğin daha fazla bilim ile iç içe olması için eğitimde ve düşüncede mutlaka felsefe ilkelerine göre şüpheciliğin ve eleştiriciliğin yayılması gereklidir.
Dün gece okuduğum ” Zeki olduğunu düşünüyor musun? ” adlı kitapta rastladığım bir anekdot beni felsefi yaklaşımın mühendisler ve teknik konularda çalışmalarını sürdüren insanlar için ne kadar önemli olduğuna bir kez daha ikna etti. Oxford Fizik bölümü tarafından mülakata giren bir öğrenciye sorulan soru şudur: ” Karıncayı havadan yere bırakınca ne olur? ”
Yazarımız John Farndon bu soruya cevap veriyor:
”Bu soruya her açıdan cevap verebilirsiniz – mizahi ve insani, abesliğe varacak kadar keyfe keder ya da azametli bir varoluşçu yaklaşımla. Ama bir fizik sorusu söz konusu olduğuna göre, burada karıncanın düşme bilimini irdelemek daha akla uygun olur.
O halde ilk cevap, kanatsız türden olması halinde uçamayacak olan karıncanın yere düşeceğini söylemek olabilir – karıncayla yer arasındaki karşılıklı kütle çekimi yere doğru bir ivmeyle hayvancağızı aşağıya çekecektir. Ardından karınca yere çakılır. Ama işin içinde başka şeyler de var. Karınca o kadar küçük ve hafiftir ki, aşağıya düşüşü hava direnciyle, yani karıncanın sayısız hava molekülüne çarpmasıyla bayağı yavaşlar. Bu yüzden hava akrobatlığına soyunan bir insan saniyede 50-90 metrelik bir azami ya da ” son” hıza ulaşırken, çoğu karıncanın son hızı yere doğru yumuşakça sürüklenerek hem düşüş hızına, hem de yere çarpmanın etkisine dayanmasına el verecek kadar yavaştır.
Aslında, tropikal Peru’daki son araştırmalar kanatsız işçi karıncaların dünyanın uçan, daha doğrusu süzülen hayvanları arasında olduğunu göstermiştir. Bir karınca havadan bırakıldığında, önce dikey bir düşüşe geçer. Ama serbest düşüşün ilk aşamasındaki bir hava akrobatı gibi, sürüklenmeyi artırmak ve düşüşü denetim altına almak üzere bacaklarını açar. Sürüklenme sayesinde yönü belirlemek üzere bacaklarını oynatarak, sonunda saniyede yaklaşık 4 metrelik yumuşak bir süzülüşe geçer. Görünüşte geriye doğru süzülür, çünkü arka bacakları ön bacaklarından daha uzundur.
Ancak, fizik burada durmaz bir karıncayı havadan bırakma gibi basit bir eylemde bile, karmaşık bir etki, tepki ve sonuç öbeği devreye girer. Söz gelimi, yer çekiminin karşılıklı bir etki olduğunu unutmamalıyız. Havadan bırakılan bir karınca yere doğru düşerken, aynı anda yer de karıncayla buluşmak üzere yukarıya doğru yönelir. Haliyle karıncanın kütlesi çok küçük ve dünyanın kütlesi çok büyük olduğundan, yerin hareketi, ölçülemeyecek kadar küçüktür; ama başka ince ölçümlerden böyle bir şeyin gerçekten yaşandığına emin olabiliriz. Dahası, Newton’un 3. devinim yasasının açık seçik ön gördüğü üzere, her etki beraberinde eşit bir karşı tepkiyi getirir. Böylece karıncayı havadan bırakma eylemi elinizde saptanamayacak kadar küçük bir geri tepme yaratır.
Saptanamayacak kadar küçük hareketlerden söz ederken, ister istemez aklımıza ”Kaos Teorisi” ve Edward Lorenz’in ”Brezilya’aki bir kelebeğin kanat çırpmasının, Teksas’taki bir kasırgayı harkete geçirdiği” yolundaki ünlü önermesi gelir -kelebeğin kanat çırpmasının yol açtığı ufacık hava hareketiyle başlayan hava burkaçları sizisi, gittikçe tırmanıp çoğalarak eğey ötedeki bir kasırgayla sonuçlanır. Yani, bir karıncayı havadan yere bırakma gibi küçük ölçekli bir olay bile minicik düzeyden devasa düzeye kadar her ölçekte ön görülemez nitelikte çok yönlü sonuçlar doğurur. Bu bakımdan, bir karıncayı havadan yere bırakınca ne olacağını belli bir düzeyde söylemek aslında olanaksızdır. Einstein’ın genel görelilik teorisi bu görünüşte sıradan olaya başka bir yön kadar. Einstein, yer çekiminin uzak-zamanın dokusunu çarpıtma yoluyla işlediğini açıklamıştır. Dolayısıyla küçük bir kütle hareketi, karıncanın kütlesinin yere yönelişi bile uzay-zamanın dokusunu çok ufak çapta değiştirecektir. Ve pek doğal ki karıncanın ve yerin hareketleri, Einstein’ın özel görelilik teorisinin gösterdiği üzere, karıncayla olan zaman ilişkimizde (hayal edilemeyecek kadar küçük) bir kayışa yol açacaktır…
Sonuç olarak, cevap neyi öğrenmek istediğinize bağlıdır. ”
Üstad burada bizi çok basitmiş gibi görünen bir olayı bile felsefi bir bakış açısıyla ele aldığımızda, durumu nasıl genişletip çözümleyebileceğimizi göstermiştir. Bu cevaptan anlaşılacağı gibi bir soruya veya duruma yaklaşım tarzınız ne kadar geniş katmanlı düşündüğünüz ile ilgilidir. Mühendislerin durumları çok katmanlı bir şekilde ele alması ise bilgi birikiminin yanında olaylara felsefi açıdan da anlam yüklemesinden geçer. Bilimler bağımsızlıklarını kazansa da felsefe ile olan bağları tamamen kopmamıştır. Felsefe bilimleri ulaştığı sonuçları sorgulayıp değerlendirmek suretiyle bilime yol göstermiştir. Ayrıca bir yaklaşım tarzı da sunmaktadır. Böylece sürekli bir etkileşim içinde olmuşlardır. Diğer türlü her problemin tek bir çözüm yolu olduğunu düşünür ve odak noktamızı daraltırız. Alternatif durumları göz önünde bulundurmak, daha yaratıcı olmak, yorum gücümüzü artırmak için belki daha çok felsefe, psikoloji, sosyoloji, bilim kurgu kitapları okumalıyız. Düşünce ve hayal dünyamız ne kadar genişlerse sorulan sorulara ve problemlere yaklaşım tarzımız o denli değişecektir.
Başka bir yazımda görüşmek üzere, bilimle kalın.