Ana SayfaEğitimTarihKıbrıs Barış Harekatı Sırasında Ve Sonrasında Göç Hareketi

Kıbrıs Barış Harekatı Sırasında Ve Sonrasında Göç Hareketi

Özet: Kıbrıs adası tarihsel akışta yoğun göçler almış ve vermiş bir kara parçasıdır. 1878 yılında Osmanlı hükmü altına giren ada, 1960 yıllarında çalkantılı dönemlerden geçmiş ve 1974 yılında Yunanistan destekli darbe karşılığında Türkiye gereken cevabı Kıbrıs Barış Harekâtı ile vermiştir. Bu operasyon sonrası Türkiye ve uzak ülkelere göçler yaşanmış ve aynı göç akışı adanın güneyi ile kuzeyi arasında da gerçekleşmiştir. Bu çalışmanın amacı Harekât sırasında ve sonrasında yaşanan göç akışlarını verilerle incelemek; yaşanılanları tarihsel akışla ve olaylarla ele almaktır.

Kıbrıs harekatı

Abstract: Cyprus is an island took and gave many migrations to inside and outside. The island ensured by Ottoman Empire in 1878, had göne through many crises in 60s and in 1974, Turkey gave the required and best response with Cyprus Peace Operation against the coup supported by Greece. After that operation, migrations occured and flowed to Turkey and distant countries and also those occured between the North and South of Cyprus Island. The purpose of this article is to indicate migration flows during and after the Cyprus Peace Operation and to handle experiences with a timeline and events.

Giriş

Genellikle göç hareketleri işgal etme, koloni kurma ve muharebe gibi amaçlar taşır; bu göçlerin sonucunda sosyal, kültürel, politik, iktisadi ve tıbbi sorunlar baş gösterir. Göç edenler ile göç alanlar arasında kültürel uyumsuzluklar, toplumu yönetenler tarafından iyi idare edilmezse siyasi ve kültürel uçurumların ve ayrımcılıkların artması kaçınılmaz olur; böyle bir durumda, eskiden beri göç almaya alışık olan toplumlarda bile göçlerin sonuçları, huzurun ve emniyetin teminini riske atacaktır.

Kıbrıs Adasında 15 Temmuz 1974 Sonrası Göç Hareketleri

15 Temmuz 1974 tarihinde Nikos Sampson vesilesiyle yapılan ve Makarios’un iktidarı kaybetmesi ve adadan gitmesiyle sonuçlanan darbe sonrası adada can ve mal güvenliği kalmamıştır. Türkiye’nin garantör devlet olarak 20 Temmuz 1974 tarihinde başlattığı Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinde başlamış olan ve sonrasında harbin sürdüğü günlerde yükselerek süregelen göç hareketinin sonunda Kıbrıslı Türkler öncelikle daha güvenli ve saklanabilecekleri mekanlar ararlar. Bilhassa Kıbrıs’ın güneyindeki Limasol, Larnaka ve Baf alanlarındaki evlerini, köylerini bırakan Kıbrıslı Türkler daha güvenli olan kuzeye giderler. Fakat harbin başlamasıyla birlikte Türklerin kuzeye gidebilmeleri de imkânsızlaşır. Sonuç olarak binlerce göçmen Türk, İngiltere’nin hakimiyetindeki Akrotiri ve Episkopi askeri üslerine kaçmak durumunda kalır. Fakat muhacır olarak sığındıkları bu iki askeri alanda çok sürmeden yaşamları zehir olacak ve bir mahkûm yaşamı süreceklerdir. Bu zaman periyodunda Kıbrıs’ın güneyinde bulunan yaklaşık 65.000 Kıbrıslı Türk daha güvenilir olan kuzeydeki bölgelere göç ederler. (Gürhan Yellice, 2007)

Bu zamanın en mühim eylemlerinden biri de gerçekleştirilen nüfus değiş-tokuşudur. Bahsedilen değiş-tokuş sayesinde Güney Kıbrıs’ta mahkûm bulunan Türklerin Kuzey Kıbrıs’a transferi gerçekleşir ve tarihte ilk kez 1963–1974 aralığında yaşamaya mahkûm bulundukları etrafı çevrelenmiş küçük gettoların tersine Kıbrıs Türkleri sayıları ve limitleri belirli bir alanda yığılma ve bu sınırı müdafaa etme imkanına sahip olurlar. 1963 sonrası hanelerinden gitmek mecburiyetinde olan 25 bin kişi hariç 23.500 işi olmayan ve bakıma muhtaç insalardan oluşmuş 7.500 adet kişiyi barındıran bir topluluk da vardır.

Makarios yönetiminin bu kişilere esir oldukları küçük yaşam bölgelerinde bile finansal ambargo tatbik etmesi, Kıbrıslı Türklerin yaşadığı bölgelere ikmal ürünleri aktarımını men etmesi, Mart 1968 tarihine kadar akü, kablo, lastik, kauçuk, çivi, telefon, tel, kamyon, traktör, eldiven, ceket, torbadan yangın söndürme aletlerine varıncaya kadar pek çok gereksinimin alışverişini ve Türk alanlarına sokulmasına yasak getirmesini, Kıbrıslı Türklerin ekilebilir topraklarına ilave vergiler belirlemesi, posta iletişimini bitirmesi yaşamı katlanılmaz kılmıştır. BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim, 1974 senesi Ağustos’unun son günlerinde Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan arasında bir mekik diplomasisi tatbik eder ve akabinde bütünüyle beşerî hususları konuşmak için Rauf Denktaş ve Kıbrıs Rum başkanı Glafgos Klerides arasında haftada bir kez ve başlangıcı 26 Ağustos 1974 günü yapılan görüşmelerin gerçekleştirilmesi kararı alınır. Bu sırada Rumların Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde yaptıkları mezalimin duyulmasıyla birlikte güneyden kuzeydeki güvenli Türk alanlarına göç etme talebinde bulunan 42.000 Türk’ün gidişleri hususunda da eylemler hız kazandırılır. Gerçekleşen ilk görüşmelerde Kıbrıs topraklarının dışında eğitim alan talebelerin, hasta ve yaralılarla 18’inden küçük mahkumların, öğretmenlerin ve ailelerinden ayrılan ihtiyarların özgürlüklerine kavuşturulması sağlanır. Bu hususa ilişkin Türklerin bulunduğu alandan güneye gitme talebinde bulunan Rumlarla, Rumların bulunduğu bölgeden kuzeye göç etmek isteyen Türklerin yer değiştirme zamanının da 13.09.1974 günü belirlenmesi sağlanır. Bu eylemlerin çözüm olmamasının akabinde Türk hükümeti de İngiltere’nin muhasırlarla alakalı politikasını reddeder ve 15.09.1974 gününde İngiltere’ye bir nota verir. Bu notanın bir gün ertesinde 129 Türk muhacırdan oluşan ilk değiş-tokuş ekibi Ledra Palas sınır kapısından Lefkoşa’nın Türk kısmına göç ederler. 20.09.1974 günündeki görüşmede ise öteki harp mahkumlarının da salınması sağlanır. Birbirinden uzaktaki aileler hususu da öteki toplantıda konuşulup, değerlendirilecektir. Bu değerlendirmelere istinaden 3308 Türk ve 2479 Rum 28.10.1974 gününde sağ salim öteki alana geçer.

Yine güneyde umutsuzca bekleyen Kıbrıslı Türkler, Rum yöneticilere ve EOKA-B yanlılarına rüşvet vererek bölgeden göç etmeye uğraşırlar. Mari’deki 860 Kıbrıslı Türk göçmen insan başına 100 ve eşya torbası başına da 20 Kıbrıs Lirası ödemek koşuluyla bağımsızlıklarına kavuşurlar. Muhacırların yerleştirilme ve işe alınmalarıyla alakalı kararlar verilir. Girne’de muhacırlara bir yemekhane kurulur. Evli muhacırlara 20, bekarlara 10 Kıbrıs Lirası yardım önerisinde bulunulur. Ek olarak yaşamlarını korumak amacıyla Kuzey Kıbrıs’a kaçmak için giderlerken İngiltere’ye ait askeri üslere yığılmaya mecbur olan ve 6 ay boyunca kötü koşullarda buralarda yaşam savaşı veren 9400 Kıbrıslı göçmen 18–27 Ocak 1975 tarihleri arasında önce Adana’ya oradan da Lefkoşa’ya taşınırlar. Bunu adanın taksimi için bir adım olarak gören Rumlar Türklerin üsleri terketmemelerine karşı çıkarlarken Rumların da Kuzey Kıbrıs’tan Güney Rum Kesimi’ne göç etmelerine Türklerin sebebiyet verdiği göç olayı biçiminde tanımlarlar. 9 Haziran 1975’te Kıbrıslı Rumlar yoluyla gerçekleştirilen bir istatistiğe göre 182 bin Kıbrıslı Rum’un adayı ikiye ayıran Atilla Hattı’nın güneyine geçtiği, göçmen durumuna düşen 36 bin kişinin kendisine yetebildiği ancak 146 bin kişinin devlet yardımına muhtaç olduğu vurgulanır. Buna istinaden Türklerin var olduğu Kuzey Kıbrıs hattında 10.500 Rum kalmıştır. Fakat Rumların bu sayıları sürekli uydurdukları sonrasında belli olacaktır. 200.000 insanın evini terk etmek ve güneye göç etmeye mecbur olduğunu vurgulayan Rumların savlarına karşılık bu sayının 105.000 dolaylarında seyrettiği belirtilir. Bu gelişmelerin gerçekleştiği dönemlerde Viyana’da 31 Temmuz–2 Ağustos 1975 tarihleri arasında gerçekleştirilen uluslararası toplantılarda nüfus değiş-tokuşu anlaşması da onaylanır. Bu dönemlerde güneyde ikamet eden Kıbrıslı Türklerin daha korunaklı kuzeydeki alanlara göçü de hız kazanır. Fakat maruz kalınan bütün bu çilelere karşılık yaşamını devam ettirebilmiş ve sağ salim Türk hattına göç edebilmiş bu kişiler gibi diğerleri böyle başarılı değildir. Cenevre toplantılarına ilişkin Glafgos Klerides’le konuşan Rauf Denktaş harbin başlaması sonrasında Türk kısmına kaçmak isteyen ancak Rumlar vasıtasıyla engellenen Türklerin maruz oldukları riskleri, zulüm ve cinayetlerden de söz etme imkanına sahip olacaktır. Aynı anda Rumlar ve askeri üslere yığılmış Türk muhacırlara mahkûm muamelesi yapan İngilizlerin elinde de 50 bin dolayında Kıbrıslı Türk muhacır vardır. Kıbrıs Rum Kesimi başkanı Klerides her ne kadar “Tutsaklar yakalandıkları yerlere iade edilecektir.”Dese de bahsedilmek istenen muhacır Türklerin Kıbrıs’ın güneyini boşaltmasını yasaklayacağıdır. Milletlerarası platformda halâ bir Kıbrıs Cumhuriyeti varmış gibi hareket eden Kıbrıslı Rumlar ise sözde cumhuriyetin Türk üyelerini da muhafaza ve müdafaa ettiklerini ve hayatlarını sürdürdükleri alanda güvenlikli olacaklarını dünyadaki tüm insanlara benimsetmeye uğraşırlar.

1974 Temmuz ayından itibaren Kıbrıs adasında değişik yönlerde ve değişik ereklerle göç akışlarına rastlanır. Aslında Kıbrıs’ın tarihinde hep göçler olmuştur ve tarihin farklı zamanlarında hemen hemen tüm adalar da aynı şekilde göç olaylarına maruz kalmışlardır. Bilhassa 1974 yılından itibaren adanın güneyinde Rumlara bırakılan bölgeden kuzeydeki güvenlikli alanlara kaçan muhacırların yanısıra aynı biçimde kuzeyden güneye geçen Rumlar da vardır. Bu arada bazı Kıbrıslı Türkler de başta Türkiye olmak üzere İngiltere, Avustralya, Amerika, İngiltere ve Kanada’ya göç ederken bazı Rumların da Yunanistan dışında farklı Avrupa ülkelerine göç ettiklerine rastlanır. (İhsan Tayhani, 2012) Ayrıca adanın farklı alanlarında hayatlarını sürdüren Latinler, Ermeniler ve Maronitler de bu göç dalgasına kendilerini kaptırırken halen Kuzey Kıbrıs’ta Koruçam bölgesindeki üç Maronit köyünde yaşayan Maronitler ise köylerini terketmemeyi istemişlerdir. (Münir Yıldırım, 2013) Benzer biçimde Apostolos Andreas Burnu ile Yeni Erenköy köyü civarında yaşayan ve ‘Cira’ adıyla anılan ihtiyar Rum kadınlar da ikamet ettikleri köyleri terk etmezler ve Türk kısmında yaşamlarını sürdürürler. Nadiren de olsa bazı Kıbrıslı Türkler de Güney Kıbrıs’ı terk etmezler. Bu hızlı göç akışları esnasında adaya ayrıca Şubat 1975 tarihinden itibaren Türkiye’den de muhacırlar akmaya başlar. Çok farklı kültürler, eğitim seviyeleri, sosyo-ekonomik vaziyet, hayat stili, dil, ananeler vb. Pek çok farklılıklar aynı anda ve aynı alanda yığın olur ve birdenbire nahoş bazı vaziyetler de kendisini gösterir. (Erdem Çanak, 2015)

Bu arada 8 Şubat 2002 tarihinde Denktaş ve Klerides arasında yapılan doğrudan görüşmeler çerçevesindeki 11. toplantı öncesinde Denktaş bir gazetecinin Klerides’e atfen “Bütün göçmenler kendi topraklarına dönecek.” ifadesi için artık göçmen sorunu kalmadığını belirtir. Ancak bu beyanata cevap fazla gecikmez ve Kıbrıs Rum Yönetimi Başsavcısı Alekos Markides “göçmenlere verilecek geri dönme hakkının özgürce kullanılması için koşulların sağlanarak göçmenlik durumuna son verileceğini” belirtir ve göçmenlere geri dönme hakkı ister. Ancak Rumların daha sonra Türklere %24’lük toprak öngören önerileri yaklaşık 80 Türk köyünün Rum bölgesinde kalması ve 70 bin civarında insanın da tekrar göç etmek zorunda kalacağı endişesiyle çok büyük tepki toplar. Rumlar ayrıca Türk tarafında kalacak topraklara “Göçmenlerin geri dönme hakkı” diyerek 60 bin civarında Rum’un da KKTC topraklarına yerleştirilmesini öngörmektedir. Aynı günlerde Kıbrıs’ta yaşanan bir başka tartışma konusu da Güney Kıbrıs’ta kalan taşınmaz mallarını para karşılığında Rumlara satan ve buna rağmen KKTC’de kendisine olmayan mallarına karşılık puan verilenlere duyulan tepkidir; “1974 öncesi yaptıklarından dolayı cezalandırılmamaktan hız alan açıkgözler dalaverelerini 74 sonrasında da sürdürdüler.Güneyde kalan Türk mallarını Rumlara satmada aracılık yaptıkları gibi kuzeyde kalan ve devletin malı olması gereken değerli bazı Rum emlaki üzerinde de hak sahibi olarak ortaya çıktılar. Bu şekilde ele geçirdikleri değerli Rum mallarını daha sonra ticaret yoluyla zengin olanlara ve İngiltere’den gelen Türklere sattılar.” (Cihat Göktepe, 2014)

Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği bu şekilde davrananların derhal açıklanmalarını, bu şahısların KKTC’de puan karşılığı aldıkları gayrı menkullere el konulmasını, bu kişilerin ayrıca vatana ihanetten yargılanmalarını ister. Özellikle 1975 sonrasında meydana gelen nüfus hareketleri dolayısıyla içe ve dışa yönelmiş nüfus hareketlerini tam olarak tespit etmek mümkün olmamakla beraber Kıbrıs Türk toplumunun nüfus projeksiyonları ile yıllar itibarıyla elde edilen nüfus rakamları ve doğal artış (yıllık doğum-ölüm rakamları arasındaki fark) bir önceki ve bir sonraki toplam nüfus arasında dengelendiği zaman net göçü verebilecek rakamlara ulaşılabilir. Buna göre yapılacak bir çalışma sonrasında ise 1996 yılına kadar en yüksek net göçün 1975–1977 yılları arasında 24.555 kişiyle olduğu, 1996 yılına kadarsa bu rakamın toplam 28.309 olduğu görülebilir. Ayrıca 1975–1996 yılları arasında KKTC hava ve deniz limanlarından giriş ve çıkış yapanlara bakıldığında giriş çıkış yapanlar arasındaki farkın toplamı 34.230’dur. Bu itibarla 22 yıllık dönemde Kıbrıs’tan göç edenlerin sayısının net 30 bin civarında olduğu da söylenebilir. Öte yandan Türkiye’den göç eden nüfusun ağırlıklı olarak yerleşmeyi tercih ettiği ve kumarhaneleriyle tam bir kara para aklama merkezi olan Girne şehri sendikasız ve iş güvencesinden yoksun çalışan sigortasız işçilerin cirit attığı bir yer haline gelir. Kaçak olarak adaya gelen ve bu şekilde çalışan sigortasız insanların sayısının ise 30 bin civarında olduğu belirtilmektedir. Halen KKTC ile Türkiye arasında yapılan anlaşma gereği KKTC vatandaşı olanlar Türkiye’ye giriş yaparlarken pasaport ve kimliklerini ibraz etmek zorunda tutulmasına rağmen Türkiye’den Kıbrıs’a giden T.C. vatandaşları pasaporta gerek kalmadan sadece nüfus cüzdanlarını göstermek suretiyle adaya giriş yapabilmektedirler. Adaya kaçak göçü arttıran en büyük sebeplerden birisi de budur. 1999 yılı nüfus sayımı sonrasında KKTC’nin nüfusunun 210 bin civarında olduğu belirtilmektedir. 1978 yılı tarım sayımına göre adada 146.740 Türk ve Müslüman, 499.715 Rum ve Hıristiyan olmak üzere toplam 646.455 kişi yaşamaktadır. Adadaki Türklerin yıllık nüfus artış hızı ise %1,9 olarak belirlenir. Öte yandan 1990 projeksiyon çalışmasına göre adadaki Türk nüfusu 171.469, Rum nüfus ise 570.855’dir. Türk nüfusunun yıllık artış hızı ise %1,4 olarak belirlenir. Adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin neredeyse 1/3’ünün adayı terk etmesinin en büyük sebeplerinden birisi Rumların yıllar boyu devam eden bitmez tükenmez Enosis istekleri ve Kıbrıs’taki siyasi belirsizlik olmuştur. Bazı kaynaklar özellikle son dönemde bu hızlı göçün asıl sebebinin ise tamamen ekonomik problemlerle ilgili olduğunu belirtmektedir. Kıbrıs’taki tarihsel süreç, politik belirsizlik ve çözümsüzlük, doğal kaynakların, coğrafi büyüklüğün, iklimin, tarım arazisinin ve su sorununun olması esasında adanın fazla nüfuz barındıramayacağının da bir göstergesidir. Bugün maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nden başka hiçbir dayanağı olmayan ve hiçbir ülke tarafından tanınmayan KKTC bir yandan uluslararası alanda yok olarak kabul edilmekte, bir yandan uluslararası ambargoyla mücadele ederken bir yandan da 1975 yılından itibaren adayı etkileyen nüfus hareketleriyle boğuşmak zorunda kalmaktadır.

Dolayısıyla alt yapı yatırımları ve nakit sıkıntılarını giderebilmek için müracaat edilen yer hep Türkiye olur. Fazla istihdam politikasıyla adadan göçün önlenmesine çalışılmışsa da 1995 sonrasında bu uygulamadan vaz geçilir. Ancak unutulmaması gereken noktalardan biri de Kıbrıslı Rumlarla Yunanistan’ın 1974 yılından itibaren Kıbrıs’ta meydana gelen meşru hareketi ve Türkiye’nin garantörlük anlaşması sonucunda adaya müdahalesini kanunsuz işgal olarak görmesi ve dünya kamuoyunu KKTC’ni tanımamaya ve boykota çağırması sonrasında bu küçük ülkenin tecrit edilmiş bir hale geldiğidir.

1975 Şubat ayından itibaren Türkiye’de adadaki Türk nüfusu arttırmak, adada iş gücünü tamamlamak ve adaya göç edecek olanlara daha rahat yaşama imkânları vermek üzere hızlı ve yeterince düşünülmeden alınan kararlarla göç hareketine başlanır. Bu konuda öncelik tercihen köylerin toplu olarak adaya gönderilmesidir. Çünkü güneyden gelenler, Rumlardan boşalan yerleri tam olarak dolduramamıştır. Öncelikle ada dışında yaşayan ve adadan göçe zorlanmış olanlara “Geri Dön” çağrısı yapılır. “Bu çağrı kısmen de olsa olumlu bir reaksiyon görür çünkü özellikle Türkiye’ye göç edenler kolayca kaynaşmışlardır. Türkiye dışındakiler ise ekonomik durumlarını güçlükle iyileştirdiklerinden ne olacağını bilemedikleri Kıbrıs’a dönmek bir soru işareti olarak durmaktadır. İki üç kuşak önce göç edenlerde onların çocuklarında yurt sevgisi konusunda zafiyetler söz konusu olmuştur. İşte bu şartlar altında yapılacak olan adada savaşa katılmış, burada kanını akıtmış olanlardan başlamak üzere Türkiye’den çiftçiler, ziraatçılar, zanaatkârlar ve işçilerin adaya getirilmesidir.”

Halen KKTC toprakları içerisinde Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş pek çok köy Türkiye’de yaşattığı gelenek ve görenekleriyle, olumlu olumsuz bütün toplumsal faaliyetleriyle hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Adanın kuzeyindeki Türk nüfusun arttırılması ve iş gücü ihtiyacı doğrultusunda başta Karadeniz bölgesi olmak üzere Türkiye’nin pek çok bölgesinden göçmenlerin adaya gönderilmesi sonucunda adada ilk etapta neredeyse yarı yarıya yeni bir nüfus dağılımı oluşur ve bu artarak devam eder. KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş ise yapılanların tamamen Rum ve Yunan propagandası olduğunu, Rumların ve Yunanlıların adada artık Kıbrıslı Türk kalmadığı mesajını iletmeye çalıştıklarını belirtir. Türkiye’den Kıbrıs’a doğru olan göç hareketini şüphesiz reddetmeyen Denktaş bu sayının (1991 yılı itibarıyla) 15 bin kişilik bir kısmının oturma izni aldığını ve ailesini getirdiğini, geriye kalanların ise Kıbrıs Türk vatandaşlığını almaya hak kazanmak için gerekli olan en az 5 yıl oturma izinleri bulunmayan turistler veya mevsimlik işçiler olduklarını belirtir. Kıbrıs’a göç konusunda ilk ayrıcalıklar 20 Temmuz 1974 Barış harekâtı esnasında burada görev yapmış, yaralanmış veya şehit düşmüş asker ailelerine verilir. Ancak özellikle 1 Nisan 1955 tarihinde Yunan Generali Grivas’ın komutasında faaliyete geçen EOKA terör ve tedhiş örgütüne karşı karyola demirlerinden yaptığı derme çatma silahlarla karşı koymaya çalışan ve hep anavatandan gelecek bir sevinçli haberi bekleyen, yıllar boyunca silahla yatıp silahla kalkan Kıbrıs Türkleri maalesef savaş sonrasında adaya göç eden bazı kimselerin neden olduğu hırsızlık, adam öldürme, gasp, darp, cinayet, kundaklama ve Anadolu’dan Kıbrıs’a aktarılan kan davası, namus cinayeti, berdel, kız kaçırma gibi vakalar karşısında şaşırırlar. (Umut Arık, 2011) 20 Temmuz 1974 tarihinde bağırlarına bastıkları Türkiye’den göç edenlerin bu davranışlarda bulunabileceğine inanmak istemeyenler olayların artması, adli vakaların çoğalması, evlenme vaadiyle kaçırılan kızların kötü yola düşürülmesi, genç kızların kuma olarak Anadolu’ya getirilmesi gibi pek de alışık olmadıkları vakalar artmaya başlayınca hiçbir ayrım yapmadan kendilerini Türkiye’den gelen herkesten uzak tutmaya başlarlar. Öte yandan bu durum yıllar boyunca tamiri imkânsız problemlere, gerginliklere ve sıkıntılara yol açacaktır. Daha sonraki yıllarda Türk hükümetinin daha planlı bir çerçevede Kıbrıs’a göç edecek olanları emekli devlet memurları, öğretmenler, doktorlar, emekli subaylar, esnaf gibi sınıflardan seçmesi ve bunları göndermesi bu insanların da ilk başta soğuk karşılanmalarını engelleyemez. Mütevazı Türk aile modelini seçen bu insanların davranışlarını uzun süre gözlemleyen Kıbrıslı Türkler daha sonra aradaki buzları eritmeye başlayacaktır; ancak bunun tam manasıyla önlenebildiği söylenemez. (Uğur Bayıllıoğlu, 2012)

15 Aralık 1990 tarihinde 2500 görevli aracılığıyla yapılan Kıbrıs Türk tarafının ilk nüfus sayımında ortaya çıkan Kıbrıs Türk nüfusu toplam 198.215’dir. 1990 Kasım ayı itibarıyla Avustralya’da yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısı ise 18.000’dir. Avustralya’ya göçmen olarak yerleşen Kıbrıs doğumluların %80’i bu ülkenin vatandaşlığını kabul etmiş durumdadır. Bu dönemde Avustralya dışında başta Türkiye olmak üzere İngiltere, Kanada, Amerika ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde de somut veriler olmamakla beraber aşağı yukarı aynı sayıda insanın yaşadığı tahmin edilmektedir. BBC World radyosunun yaptığı açıklamaya göre ise 1991 yılı itibarıyla İngiltere’de Kıbrıs doğumlu olan 78.191 kişi yaşamaktadır. Bu sayı 2001 yılında ise 77.156 olarak açıklanır. Bu rakamlar sadece Kıbrıslı Rumları veya Kıbrıslı Türkleri değil, bütün Kıbrıslıları içine aldığından yasadışı yollarla İngiltere’ye gitmiş olanlar da hesaba katılacak olsa çok söylenilenin aksine İngiltere’de Kıbrıs’takilerden daha fazla Kıbrıslı Türk yaşadığı fikrini çürütmeye fazlasıyla yetmektedir. BBC’nin aynı şekilde yaptığı bir başka açıklamaya göre 1991 yılında İngiltere’de yaşayan Türkiye vatandaşı insanların sayısı ise 26.757 olarak belirlenir. Ancak vatandaşlara yaşı, medeni hali, uyruğu ve doğum yeri sorulmasına rağmen Türkiye doğumlu olanların resmî olarak açıklanmaması adadaki durumun daha net olarak görülmesini engeller. 1975 yılı şubat ayından itibaren Türkiye’den Kıbrıs’a başlayan Türk vatandaşı insanların göçleri ne yazık ki yanında birtakım problemleri de getirir. Türkiyeli göçmenlerin Rum kesiminden gelenlerin ve kuzeyde yaşayanların gelir dağılımından eşit pay alamamaları gittikçe kronikleşen problemlere neden olur. Geldiği toplumsal çevreyle yaşayacağı çevredeki şartlara ayak uydurmakta zorluk çeken ve problemlere neden olan insanlar özellikle bu ilk dönemlerde sık görülecektir. Bunun yanında karakter, gelenek görenek, yaşayış biçimi, olayları algılayış şekli ve dünya görüşü açısından son derece farklı özelliklere sahip göçmenlerin aynı yerleşim merkezlerinde veya köylerde toplanması da sıkıntılara yol açar. Kıbrıs Türk tarafında savaş sonrasındaki dönemde ilkokula giden öğrenci sayısı 18.220 iken bu sayı 1986 yılında 20.781 olur ancak 15 Aralık 1996’da yapılan genel nüfus sayımı sonrasında sayı tekrar düşüşe geçer ve 16.128 olur. Söz konusu sayım sonrasında 113.540’ı merkezlerde ve 87.047’si de köylerde yaşayan olmak üzere 200.587 olan KKTC nüfusunun 54.650 kişilik bir grubu Türkiye’de doğmuş olanlara aittir. Ancak bu rakamın ne kadarının 1974 sonrasında adaya göç edenlere ait olduğu sayım neticesinde ortaya çıkarılamaz.

Öte yandan Rumların iddialarına göre Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüme gidilmesi ve Kıbrıslı Rumlarla Türkler arasında bir anlaşmaya varılması sonrasında bir federal hükümetin oluşturulması halinde şu anda sayıları 110.000 civarında olan Türkiye’den göç etmiş olanların adaya girişlerine artık müsaade edilmeyeceğinden 100.000 kişilik bir nüfusla neredeyse azınlık durumunda bulunan Kıbrıslı Türklerin adadaki durumu da dengelenecektir. Rumlar bu projeyi hayata geçirebilmek için özellikle ABD ve Avrupa Birliği’nin kendilerine maddi destekte bulunacağı inancındadırlar. Rumların varsayımlarına göre Türkiye’den göç edenlerin tekrar kendi memleketlerine dönmeleriyle beraber ada dışına göç etmek zorunda kalan Kıbrıslı Türkler de bundan istifade ederek tekrar Kıbrıs’a dönebileceklerdir. Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde ise ekonomi ve para politikaları Türkiye’den göç edenlerin elinde bulunan Kıbrıs Türk tarafında kontrol her ne kadar Türkiye bağlantılı olsa da doğrudan Kıbrıs Türklerine geçecektir. Böyle olmadığı takdirde Kıbrıslı Türklerin da dışına göçleri devam edecek, yerlerine Anadolu’dan sosyal hayata uyum sağlayamayan insanlar getirilecek ve “400 yıldır Rumlarla barış içerisinde yaşamış” Kıbrıslı Türklerin nesli Kıbrıs adasında yok olacaktır. Rumlar ayrıca toplam ada nüfusunun sadece %21’ini oluşturan KKTC’nin adanın %35,8’inde yerleşmiş olmasına da karşı çıkmaktadır. Rumların devamlı tahrik ettikleri ve yumuşak nokta olarak değerlendirdikleri nokta da Kıbrıslı Türkler ve adaya sonradan göç edenlerdir;

“…Kıbrıs’ın kuzeyinde bugüne dek gündeme gelmeyen bir sürtüşme derinleşiyor. Güneyden gelenler, yerli kuzeyliler ve Türkiyeli göçmenler birbirlerinden gittikçe uzaklaşıyor…”

KKTC’de bir dönem CTP Genel Başkanı olan Özker Özgür de adanın Türk tarafına Anadolu’dan yapılan göç hareketine tepki gösterenlerdendir. Daha faydalı ve daha uysal insanların adaya ihraç edildiğini belirten Özgür bu durumun Kıbrıslı Türklerin tepkisini çektiğini iddia eder. Ancak 1974 sonrasında başlayan ekonomik kalkınma seferberliği iş gücüne olan ihtiyacı doğurmuş ve özellikle tarım, inşaat, turizm sektörlerindeki iş gücü açığı doğal olarak Türkiye’den karşılanmıştır. Yeni Kıbrıs Partisi Genel Başkanı Alpay Durduran da 1974 sonrasında adadan çoğunluğu İngiltere’ye olmak üzere 40 bin Kıbrıslı Türk’ün göç ettiğini, geride 80.000 kişinin kaldığını ve 1997 sayımının sonuçlarına göre nüfusun 160.000 dolaylarında olduğunu; ancak çok yakın bir gelecekte Kıbrıslı Türklerin kendi memleketlerinde azınlık durumuna düşeceklerini ifade eder.

Özellikle1950’li yıllardan itibaren Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler’e taşıması sonrasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiili olarak ortadan kalktığı 1963 Aralık ayında başlayan ve Kıbrıs Türklerini ortadan kaldırmaya yönelik girişimler ve katliamlar 1974 Temmuz ayından itibaren son bulmasına rağmen ve adada yaşayan Rumlar ve Türkler herhangi bir çatışma yaşamazlarken son dönemde Kıbrıs adası yeniden uluslararası vitrine çıkartılır ve dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın birbiri ardına gelen planlarıyla sorun çözümlenmeye çalışılır. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Londra ve Zürih anlaşmalarına aykırı olarak ve tek taraflı olarak AB üyeliği için yaptığı müracaat sonrasında Kıbrıs’la ilgili tartışmalar daha da hararetli bir hal alır. Bu durum sadece Garanti Anlaşması’nın ihlal edilmesiyle sınırlı değildir.Buna ilaveten hukukun üstünlüğü ilkesinin de ihlali söz konusudur. Kıbrıs anayasasının 185. maddesi de ekonomik ve siyasi birlik içerisinde bulunmayı yasaklarken, Kıbrıs anayasasının 50 ve 57. maddeleri de “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen, herhangi bir siyasi veya ekonomik birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir devletle birleşmeyi veya dolayısıyla bunu teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder.” ifadesiyle bu durumun anayasa ihlali olarak hukukun üstünlüğü prensibine ters düştüğünü göstermektedir.

Bu müracaatla beraber bu durumun hukuka aykırılığı konusu da tartışılmaya başlanır. Esasında bu tartışmaların odağında sadece Kıbrıs değil, Türkiye’nin AB üyeliği konusu da bulunmaktadır ve AB yetkilileri bunu çok ince bir koz olarak kullanmaktadırlar. (Zihniye Okray, 2016)

Referandum Sonrası Durum ve Kıbrıs

1 Mayıs 2004 itibarıyla AB üyesi olan, Yunanistan ile beraber Türkiye’yi veto yetkisine sahip, AB üyesi olunca Türkiye’nin hukuken tanımak zorunda bırakılacağı, Türkiye’nin böylece bir AB ülkesini fiilen işgal etmiş sayılacağı, Türkiye’nin sivil uçaklara uyguladığı hava yolu vermeme durumunu fiilen ortadan kaldıran ve Türkiye’nin AB üyeliği konusu kendi önüne de gelecek olan Kıbrıs Rum Kesimi böylece referandumda ret cevabı verir. Kıbrıs Türk toplumunun “kendi devletine ve ülkesine sahip çıkmak” ile “standardı daha yüksek bir toplumda azınlık olarak yaşamak ve yok olmak” arasında tercih yapmaya zorlandığı ve görünürde Kıbrıslı Türklerin dışlanmışlıktan kurtulmak, ambargolardan sıyrılmak, küreselleşmeden faydalanmak, dünya üretiminden payına düşeni almak ve AB üyesi olmak şeklinde ifade edilen ancak aslında Kıbrıslı Türkleri adadaki iki egemen halktan birisi konumundan azınlık durumuna düşürecek ve Rumların insafına bırakacak bir sürecin başlangıcına getiren referandumda Avrupa Birliği’ne girişi garanti altına alınan ve kazanımlarını azınlık olarak gördükleri Kıbrıslı Türklerle paylaşmak niyetinde olmayan Rumların referandumda kabul etmedikleri Annan Planı uluslararası kamuoyunda da geniş yankı bulur. 23 Nisan 2003 tarihinde sınır kapılarının karşılıklı açılması sonrasında Rum tarafına geçen KKTC vatandaşlarından Kıbrıs doğumlu olanlara istedikleri takdirde yeni Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği ve pasaportu verebileceğini açıklayan Kıbrıs Rum Yönetimi bugün pasaport ve kimlik almış olan yaklaşık 57.000 Kıbrıslı Türk’ü tek tek fişlemek ve takip altına almak suretiyle haklarında tazminat davaları açmakta, Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olarak başkalarına ait mal ve taşınmazlara el koydukları iddiasıyla bu kişileri mahkemeye vermektedir. Annan Planı sonrasında ortaya atılan bir başka sorun ise göçmenler yanında taşınmaz malların iadesi veya takası konusunda olur. (Nurdan Kuşat, 2016)

Annan Planı’nın Türkler tarafından desteklenmesi ve neredeyse %65’lik bir oranda ‘Evet’ denmesine, Rumların ise tam tersi yönde oy kullanarak ‘Hayır’ demelerine rağmen sadece Rumların ve bütün adayı temsilen AB’ne kabul edilmeleri Kıbrıslı Türkler arasında tam bir hayal kırıklığı yaratır. Böyle bir durumun ortaya çıkmasından sonra, böyle bir sonuca hazırlıksız yakalanan insanlarda karamsarlık ve geleceğe yönelik güvensizlik hâkim olurken Kıbrıslı Türkler daha belirsiz, çözümden ümidini kesmiş ve aldatılmanın verdiği psikolojik sıkıntılarla dolu bir hayatın içine girer. Bütün bunlara ilaveten Kıbrıslı Rumların ve Yunanlıların bütün dünyada son derece etkili olan lobicilik faaliyetleri neticesinde AİHM’nin aldığı bir kararın ardından Türkiye’nin Louzidis davasını kaybetmesi ve Girne’de bulunan metruk ve değersiz bir eve neredeyse bir servet denebilecek bir tazminat ödemek zorunda kalması Kıbrıslı Türkleri etkileyen ve olumsuz bir hava yaratan başka bir faktör olur. (İsmail Şahin, Cemile Şahin, 2013)

Ortaya çıkan bu yeni durum sonrasında sadece Kıbrıslı Türkler değil, Şubat 1975 sonrasında Türkiye’den adaya göç etmiş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde mal sahibi olan insanlar da aynı hissiyatın içine girerek ‘gemisini kurtaran kaptan’ ifadesini haklı çıkaracak bir tarzda yeni bir tutum geliştirirler. Geleceği görmeden ve düşünülmeden yapılan bu davranış sonrasında KKTC’de binlerce dönüm ekilebilir ve verimli arazi yanında inşaat sektörünün bir anda patlamasına neden olacak değerli araziler de yabancılara satılmaya başlar. Böylece bugüne kadar görülmemiş ve KKTC için neredeyse rekor denilebilecek kadar büyük bir inşaat patlaması gerçekleşir. Ortaya çıkan toprak satışı ve bunun hemen ardından görülen inşaat patlaması ise düşünülenin aksine KKTC ekonomisine ciddi bir kazanç da getirmez. Son Annan Planı çerçevesinde bir anlaşmaya varılacağı, bu arazilerin değerleneceği ve yasayla inşaat yapılan arazilerin inşaat sahiplerine mecburen verileceği düşüncesi ve kaçak inşaat çalışmaları beraberinde Türkiye’den ucuz ve kaçak işçi sorununu da getirir. Pasaport uygulamasının bulunmadığı KKTC’ne sadece nüfus cüzdanını göstermek suretiyle gelen ve adaya gelir gelmez izini kaybettiren yüzlerce kaçak işçi özellikle yaz döneminde pek çok sorunu da beraberinde getirir. Üretime dönük bir çalışma söz konusu olmazken kaçak işçi çalıştırılarak devlet arazilerine yapılıp yabancılara satılan inşaatlar sonrasında verimli topraklar azalır, bundan devletin geliri ise neredeyse hiç olmaz, eldeki imkânların yetersizliği nedeniyle devlet bunlara müdahale edemez, belediyeler ise yasalardaki boşlukları iyi değerlendiren kaçak taş ocakları ve inşaat sektörüne ise hiçbir yaptırım uygulayamaz.

Sonuç

Kıbrıs Türkleri, Barış Harekâtı sırasında ve sonrasında gerek Kıbrıs içerisinde gerekse Türkiye’den ve çeşitli ülkelerden Kuzey Kıbrıs’a ve Kuzey Kıbrıs’tan Türkiye ve çeşitli ülkelere göçler gerçekleştirmiştir. Bu göçlerin ortak sebebi ve sonucu olan ekonomik problemler, göçleri tersine çeviren bir faktör olarak güncelliğini korumaktadır. Makale, göçlerin sayısal verilerle ve analiz tablolarıyla açıklanmasıyla geliştirilebilir ve böylece daha net bulgulara ulaşılmış özellikte olacaktır.

Bibliyografya

  • İsmail Şahin, Cemile Şahin, “Barış Harekâtı Sonrasında Türkiye’den Kıbrıs’a Yapılan Göçler ve Tatbik Edilen İskân Politikası”, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Summer 2013, ANKARA-TURKEY
  • Erdem Çanak, “Barış Harekâtı Sonrasında Adana’dan Kıbrıs’a Gerçekleştirilen Nüfus Nakli (1975-1976)”, Akademik Bakış141 Cilt 9 Sayı 17 Kış 2015
  • Gürhan Yellice, “20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nı Hazırlayan Koşullar”, İzmir, 2012.
  • Uğur Bayıllıoğlu, “Bazı Yunan Mahkeme Kararlarında Kıbrıs Sorununa İlişkin Düşünceler, Çankaya University Journal of Law, 9/1 (Mayıs 2012)
  • Cihat Göktepe, Tuba Ünlü Bilgiç, “İngiliz Güvenlik ve Dış Politikasında Kıbrıs (1945-1974)”, Bilig, Kış 2014.
  • Nurdan Kuşat, “Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerinde Zayıf Halka: Kıbrıs”, Mehmet Akif Ersoy Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, 2016 Haziran.
  • İhsan Tayhani, “20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın Kanada Basınındaki Yansımaları”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi, 2012.
  • Umut Arık, “Kıbrıs Krizi”, Laü Sosyal Bilimler Dergisi, Haziran 2011.
  • Zihniye Okray, “Kıbrısta Uzlaşma, İşe Yarıyor Mu?”, International Journal of Humanities And Education, 2016.
  • Münir Yıldırım, “Kıbrıs Maruni Topluluğu”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013.
Utkay Nesim Gögebakan
Utkay Nesim Gögebakan
Proje ve kalite, süreç ve müşteri kalitesi, tedarikçi ve müşteri ilişkileri alanlarında 10 yılı aşkın deneyime sahip olup, bu alanlarda çok sayıda yayın ve sertifikaya sahiptir. Bursa Teknik Üniversitesi'nden MBA, aynı üniversiteden Uluslararası Politik Ekonomi alanından yüksek lisans ve Atılım Üniversitesi'nden Mekatronik Mühendisliği alanından lisans derecesinde burslu olarak mezun olmuştur. Aynı zamanda IPMA® C Seviye Sertifikalı Proje Yöneticisidir ve sınavda 83/100 puan alarak IPMA® Düzey B sertifikası için güçlü bir adaydır. Kaliteli ürün ve hizmetler sunma, süreçleri ve sistemleri iyileştirme ve müşteriler ve tedarikçilerle güçlü ilişkiler geliştirme konusunda profesyonel yaklaşıma sahiptir. Isıl işlem, bağlantı elemanları, elektronik, mekanizmalar, teknik tekstiller, PU prosesi, plastik enjeksiyon, OHC, kauçuk prosesi ve daha fazlası gibi çeşitli teknoloji ve proseslerde uzmanlığı bulunmaktadır. Ayrıca İngilizce, Almanca ve Fransızca bilmektedir.

2 Yorum

Subscribe
Bildir
guest
2 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları göster
Arıcılık Malzemeleri

Yeni Yazılar

Mühendislik Maaşları

Bunları Gördünüz mü?