Evrenin oluşumu hakkında genellikle Stephen Hawking, Carl Sagan ve Albert Einstein gibi bilim insanlarının tespit ve yorumlarına şahit oluruz; fakat İmmanuel Velikovsky ismi pek tanıdık gelmez. 1950’lerde çığır açan bir teori ortaya atarak oldukça ses getirmiş bu tıp ve psikoloji eğitimi almış Rus Yahudi asıllı Amerikalı bilim adamı (1895-1979), Newton ve Darwin gibi toplumda sabit yer edinmiş şahsiyetlerin fikirlerine adeta savaş açmıştı. Hazırladığı radikal tespitli kitaplar bir sürü yayın evi tarafından reddedilmiş ve kendisi komplo teorileri üreten bir çılgın olarak tanıtılmıştı. Günümüzde ise evrenin oluşumu, uzaydaki olası diğer medeniyetler, dünya üzerindeki tarih öncesi uygarlıklar ve benzeri konularda komplocu damgası yemiş Erich Von Däniken, Zecharia Sitchin, David Hatcher Childress ve Joseph Farrell gibi kişilerle aynı gruba itilerek hor görülen biri haline getirilmiştir. Öte yandan gök bilim ile yetinmeyip bu kozmik afetlerin biyoloji ve canlı genetiğine olan etkilerini de inceleyen ilave yayınlarında Darwin‘in iddia ettiği evrim teorisi yerine kozmik afetler sonucu canlı türlerinin aniden yok oluşunu kendi kanıtlarıyla ortaya koymuştur.
İmmanuel Velikovsky Kimdir?
1950 senesinde yayınladığı ”Çarpışan Dünyalar” (Worlds in Collision) isimli kitabı incelendiğinde karşımıza ilginç iddialar ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de ise İmmanuel Velikovsky hakkında Bilim ve Teknik dergisinden İnci Dallı‘nın ve ezoterizm konularındaki çalışmaları ile tanınan Kemal Menemencioğlu‘nun derlediği makaleler karşımıza çıkmaktadır. Kendilerinden alıntı yaparak Velikovsky‘nin çıkış noktaları şu şekilde sıralanabilir:
- Günümüzden 34-25 asır evvel iki büyük facia meydana gelmiştir.
- Gezegenimiz M.Ö. 15. ve 8. yüzyıllarda başka gezegenlere çok yakın geçiş rotası esnasında sarsıntı geçirmiştir. Bu sarsıntılar sonrası yeryüzünde bir takım afetler meydana gelmiştir.
- Bu afetler esnasında gelişen olaylar mitolojik anlatılarda görülebilir. Mısır papirüsleri, çivi yazıları ve tabletler gibi kaynaklarda bu afetlere yönelik bulgular mevcuttur. Ayrıca jeolojik ve arkeolojik araştırmalarda da benzer bulgulara şahit olunmuştur.
- Venüs gezegeni Jüpiter’in şiddetli bir patlaması sonucu meydana gelmiş bir gezegendir. Güneşin yörüngesine oturmadan evvel dünyaya yaklaşarak bahsi geçen yakın geçiş sonucu bu afetler meydana gelmiştir.
- Ay ve Mars üzerinde de bu tarz afetlerden ötürü meydana gelen kalıntılar olması ihtimali mevcuttur.
- Dünya ekseninin yan yatmasının sebebi Venüs ve Mars’ın dünya ile olan kozmik sürtüşmelerdir.
- Evren sadece gezegenlerin var olduğu bir alan değil, ayrıca manyetik alanların kesiştiği enerji dolu bir ortamdır.
Tevrat’ta bahsedilen Yahudiler’in vaadedilmiş topraklara göç etmeleri esnasında da bir takım afetler üzerinde durulmuştur. İmmanuel Velikovsky, Tevrat’ı ve Mısır papirüslerini temel alarak yaptığı araştırmalar sonucu yukarıda sıralanan iddialarda bulunmuştur. İngiliz gökbilimci Raymond Arthur Lyttleton daha sonraki yıllarda matematiksel yöntemler ile Venüs ve diğer ufak gezegenlerin Jüpiter’den kopmuş olduklarını göstermiştir ve bu sonuç Velikovsky‘i doğrular niteliktedir.
”Çarpışan Dünyalar” isimli ses getiren eserinde astronomi dünyasının henüz cevabını veremediğini iddia ettiği bir takım sorular listelenmiştir. Kitabın Almanca versiyonundan alıntıyla (Welten im Zusammenstoß, 2012, 3. baskı, Julia White Yayınevi, İngilizce’den Almanca’ya tercüme: F. W. Gutbrod, Dr. Th. Hoffmann) ilgi çekebilecek bazı sorulara şu şekilde değinilebilir.
- Sayfa 29:
Güneşin 9 gezegen uydusu vardır. Bu gezegenlerin alt uyduları ise şunlardır:
- Merkür: 0 uydu
- Venüs: 0 uydu
- Dünya: 1 uydu
- Mars: 2 uydu
- Jüpiter: 11 uydu
- Satürn: 9 uydu
- Uranüs: 5 uydu
- Plüton: 0 uydu
Neden bazı gezegenlerin hiç uyduları yok iken bazılarının birden fazla uydusu vardır? Yukarıdaki uydu sayısı sabit bir kural mıdır? Geçmişte de böyle miydi; gelecekte de böyle mi kalacak? Uydu sayılarının matematiksel bir kanıtı var mıdır?
- Sayfa 30:
Mars’ın hacmi yeryüzünün hacminin 1/7’sidir. Jüpiter ise Mars’tan 8750 kat daha büyüktür. Bu örneklere bakılırsa hizalarına göre gezegenler arasında sabit bir kanun olduğundan bahsedilebilir mi?
- Sayfa 31, 32:
Newton‘un 1686’da yazdığı ”Philosophiae Naturalis Principia Mathematica”nın 3. cildinde gezegen ve uyduların belirli bir kütlesel atalete (eylemsizliğe) sahip oldukları iddia edilmiştir.
Newton’un iddia ettiği bu atalet kuvveti ilk nasıl ve ne zaman meydana gelmiştir; yoksa yoktan mı var olmuştur?
Laplace‘ın 1796’da yazdığı ”Exposition du Systeme du Monde” isimli eserinde ise gezegenlerin oluşumu hakkında şu fikirlere yer verilmiştir:
”Yüzlerce milyon yıl evvel güneş toz bulutu şeklinde oldukça büyük bir kütleden oluşarak eliptik bir formata sahipti ve bu daireye benzer kütle kendi ekseni etrafında dönmekteydi. Merkezkaç kuvveti ve yerçekimi etkisi ile bu eliptik form zaman içinde küreye dönüşmüştü. Böylece merkezden uzakta kalan kütleler bağımsızlaşıp ana gövdeden koparak küre şekline sahip yeni dış cisimler meydana gelmiştir. Bu şekilde var olan gezegenlerin akıbeti açıklanabilir. Bu gezegenlerin hareket ettiği alan ise güneşin ekvator düzlemidir.”
Laplace’ın bu iddiası 20. yüzyılda kanıtlanmış mıdır; hala geçerli midir?
- Sayfa 35:
Günümüzde kabul edilen kuramlara göre bir uydunun dönüş anındaki açısal hızı kendi ana gezegeninin eksen hızından daha düşük olmalıdır. Fakat Mars’ın uydusu Mars’ın kendi eksen hızından daha hızlı bir şekilde Mars’ın etrafında dönmektedir.
Bunun mantıklı bir açıklaması var mıdır?
İmmanuel Velikovsky’nin gökbilim ile alakadar olan soruları sayfalarca uzatılabilir. Fakat yukarıda bahsedilenlerin en çok göze batan radikal sorular olduğunu iddia edebiliriz.
Yazarın gezegenler ve özellikle yeryüzünün oluşumu hakkında mitolojik hikayeler ve arkeoloji, jeoloji ve antropolojiden de yararlandığından bahsetmiştik. Madem yeryüzünün oluşumunda jeolojik etkenlerden de bahsedilmekte; kıtaların oluşumu ve fiziksel değişimleri hakkında bilgi verilirken Atlantis hakkında yorumlar yapılırken Mu kıtası hakkında hiçbir malumat verilmemiş olması çok ilgi çekicidir. Uzak Doğu ve Hint coğrafyasındaki tabletleri incelediğini söyleyen birinin Mu kıtasından bahsetmemiş olmasının altında kasıt aranabilir. Pasifik Okyanusu’nda yer alan ve asırlar evvel gerçekleşen afetler sonrası okyanusun içinde kaybolduğu iddia edilen Mu kıtasının Asya ve Amerika halklarının atalarının vatanı olmasından ötürü mü bilinçli olarak bu detaya yer verilmemiştir?
Ayrıca Zebur, Tevrat ve İncil‘den sürekli evrenin yaratılışı ve bir takım doğal afetler hakkında alıntılar yapan yazar neden Kur’an-ı Kerim‘de yer alan benzer ayetleri göz ardı etmiştir?
Jeoloji konusunda Velikovsky‘nin en çok üzerinde durduğu hususlardan biri de petrolün diğer gezegenlerdeki olası mevcudiyetidir. Bu husus, siyasal bilimler uzmanı Prof. Dr. Ümit Özdağ‘ın yıllar evvel ”Ruhbilimsel Savaş (Psikolojik Harp)” konulu bir konferansta ”ayda petrolün varlığı” kavramı üzerinden verdiği ilginç bir örnek ile de bağdaştırılabilir (15 Aralık 2005, İstanbul Teknik Üniversitesi). Özdağ, burada asla gerçek olamayacak bir olayı defalarca tekrar ederek kitlelere gerçekmiş gibi empoze etmenin halk üzerinde nasıl bir psikolojik etki bırakabileceğini anlatmaya çalışmıştır (bkz. Nazi Propoganda Bakanı Dr. Goebbels’in yöntemleri). Tabi ki kendisi bunu bir sosyal bilimci olarak ele almıştır ve kendi konusunu düzgün ifade etmesi için de seçilmiş uygun bir örnektir. Aslında petrolün oluşumunda Özdağ‘ın vermiş olduğu örneği referans alırsak, organik kimya teorisi göz önüne alındığında, yani hayvansal ve bitkisel kökenli canlıların vücut birleşenlerinin distilasyonu ile elde edilen fosil yakıt adını verdiğimiz maddenin canlıların yaşamadığı bir gezegende var olamayacağı kanısı hakim olmuştur.
İşin diğer boyutu, petrolün fosil yakıt olamayabileceği ve anorganik kimya teorisi ile bu yakıtın magmatik veya volkanik bir oluşum olduğu ve metan ile hidrokarbon birleşenleri ile meydana geldiği iddiası da mevcuttur ve bu konuda bilimsel çalışma yapmış bir takım kimyagerler verilerini kam oyu ile paylaşmışlardır: 1886’da Fransız Marcelin Berthelot, 1877 ve 1902’de Rus Dimitri Mendeleyev, 1956’da Amerikalı Dwight Peavey ve 1966’da Rus V. G. Subottin. Fakat günümüz kimya dünyası bu teoriyi reddeder. Çünkü bulgulara göre petrol yataklarının çoğu magmatik faaliyetlerden uzakta bulunan çökel havzalarda bulunmaktadır. Eğer anorganik kimya teorisi doğru olsaydı yer kabuğunun derinliklerine doğru gidildikçe petrol seviyesi de artmak durumunda olacaktı. Günümüz bilimsel verilerine göre böyle bir durum söz konusu değildir. Velikovsky, eserinde bu hususa da değinmiş ve diğer gezegenlerdeki petrol varlığı konusunun henüz yeterince açığa kavuşmadığını iddia etmiştir.
Petrol mevcudiyeti ile bağlı olarak bir diğer önemli Velikovsky iddiası da Venüs gezegeni üzerindeki hidrokarbon bulutlarıdır. Kendisi anorganik kimya teorisi ile ileri sürülen metan ve hidrokarbon birleşimi konusuna bu bu gezegendeki hidrokarbon bulutları ile temas etmeye çalışmış ve Venüs’te petrol olabileceğini iddia etmiştir. Carl Sagan o dönemlerde bu iddiaya karşı çıkmıştır. Hatta II. Dünya Savaşı’ndan evvel Nasyonal Sosyalist Parti tarafından rejim karşıtı olmasından ötürü fişlenerek ABD’ye sürgüne giden Alman asıllı Amerikalı gökbilimci Prof. Dr. Rupert Wildt de aynı konu hakkında bir çalışmayı Velikovsky‘den evvel yayınlamış ve böylesine bir fikrin doğru olabileceğine değinmiştir. Aslında Carl Sagan‘ın bu iddayı reddetmesinin sebebi konunun tam olarak kanıtlanmamış olmasından kaynaklanmaktadır. 1962 senesinde uzaya yollanan Mariner-2 uydusu gerçekten de Venüs’ün üzerinde hidrokarbon bulutu olduğunu tesbit etmiş, fakat sonraki tetkiklerde bir hata olduğu ve aslında Venüs atmosferinin hidrokarbon ile bir ilgisinin olmadığı açıklanmıştır. Bu açıklama acaba Velikovksy’e yönelik bir tavır mıydı? Belki Velikovsky haklıydı ve gökbilimciler kendisine almış oldukları tavır nedeniyle kamoyundan bazı şeyleri sakladılar; bilemiyoruz.
Velikovsky‘nin eserleri incelendikten sonra tarafsız bakış açısıyla şu tespit yapılabilir:
Bu iddialar 1950 senesinde kitaplaştırılmıştır ve iddiaları o yılların gökbilim seviyesine göre değerlendirmek gerekir. Kendisi bir fizikçi, matematikçi, mühendis ya da gökbilimci olmayıp farklı bir branştan gelen bir bilim insanı olarak bu konular hakkında iddialar ortaya attığı için toplumda kabul görmemiştir. Fikirleri çoğu bilim insanınca uçuk bulunmuştur; fakat üşenmeden elindeki verileri böylesine detaylı anlatıp farklı bir bakış açısı kazandırma yönündeki azmine saygı duyulması gerekir.
Dogmalara karşı çıkarak konunun derinine inip fenomeni anlamak ve gerçeği öğrenmek için bilim yapılır. Sabitleşmiş kuramlar üzerine kurulan sistemler bozulmasın diye muhalif fikirler karalanmamalıdır. Muhalif fikirlere de yer vermek gerekir derken bunu da abartmamak gerekir. İddialar mantıklı olduğu müddetçe bilimde dikkate alınmaya değer bir yanı her zaman vardır. Fakat yaşadığımız dönemde Velikovsky’nin yaklaşık 65 sene evvel ortaya attığı fikirlerin dikkate alındığına şüphe yoktur. Bilim dünyası bazen böyle çılgınlara sahne olabiliyor. Kim bilir; nasıl Nikola Tesla yanlış yüzyılda doğduysa belki Velikovsky de Tesla ile aynı kaderi paylaşmıştır…