Ana SayfaSerbest Kürsüİdam: Adalet mi, Cinayet mi?

İdam: Adalet mi, Cinayet mi?

İnsanın devlet eliyle öldürülmesi, yani idam edilmesi isteğinde gizli bir yok etme, ortadan kaldırma güdüsü vardır. Aslında söz konusu eylemle, çok da farkında olmadan suçlunun değil, suçun temizlenmesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır. Ancak idam eylemi her iki amaca da hizmet etmez. Zira gerçek çözüm, suçlunun topluma kazandırılmasında yer bulur ve kişinin zihinsel ve sosyopatolojik sağaltımı ancak bu şekilde sağlanabilir. Çünkü toplum içindeki suç olgusunun azaltarak yok edilmesinden başka bir çözüm yoktur.

Tabi ki, tarifi olmayan acıların yaşandığı çok trajik cinayetlerle yüzleştiğimizde, idama karşı takınılan affedici tavrın mağdur yakınlarında bir karşılığı olmaması ve suçluya duyulan öfke ve nefret duygularının bu kişilerde büyük hüsrana varan hayal kırıklıklarına neden olması çok doğaldır. Bu noktada, suçluya ceza verme vakıası ile, insan hakları mevzuunun karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Ancak infial yaşayan bir mağdur yakınına insan haklarının dikkate alınması gerektiğinden söz edebilir misiniz? Gerçekten çok zor.

Yaşadığımız toplum içerisinde gerçekleşen, örneğin çocuk tacizi ya da çocuk cinayeti gibi, nefret uyandıran suçlar karşısında idam talep eden bireylere karşın, neden devlet kanunları suçlulara daha merhametli davranmaktadır? Çünkü, bazı konularda devlet, tebaasının bir adım önünde olmak zorunda. Bireyler doğruyu göremeyebilir ama kurumlar görmezden gelemezler. Nitekim yasalar ve yargı kurumları, işlenen suçun hak ettiği uygun cezayı tereddütsüz verip, karara bağlar. Ancak iş idam cezasına geldiğinde durum değişiyor. Çünkü idam cezasıyla, kişi ne suç işlemiş olursa olsun, en temel hakkı olan yaşama hakkını elinden almış oluyorsunuz. İdam, ceza verme eyleminin dışına çıkmakta. Zira idam etmek fiiliyle, kişiyi ve tüm hayatını yok etmiş oluyorsunuz.

İdamın neden insanlık dışı bir cezalandırma yöntemi olduğunu biraz daha açmaya çalışalım. Çocuk tacizi örneğinden yola çıkarsak, bir an için, suçlunun kurbanının anne ya da babasının büyük bir yıkımın ardından, öfke ve acısına yenik düşerek, faili öldürdüğünü düşünelim. Bu durumda, olayın bütününden bağımsız olarak, baba aslında bir cinayet işlemiştir ve bu eylemden dolayı hüküm giyer. Muhtemelen de, yıllarca cezaevinde cezasını çekecektir. Oysa faili öldürme eylemi, idam adı altında devletin yasal organlarınca gerçekleştirmiş olsaydı, bu sonuç hak sayılacak ve kimse ceza almayacaktı. Suç aynı, failin sonu aynı ama tarafların biri ağır bir ceza alırken, diğerine ceza yok, üstüne üstlük hak yerini bulmuş sayılıyor. Bu durumda ortada hukuki bir paradoks var. Çünkü suçlu ne yapmış olursa olsun, idam edilmesi her şeyden önce cinayettir.

Yapılan araştırmalarda, idam cezası olan ülkelerde suç oranının düşmediği, hatta artış olduğu tespit edilmiştir. ABD’de ise, idam cezası olan eyaletlerde, diğerlerine göre daha fazla suç işlendiği görülmüştür. İdam cezasının uzun yıllardır hüküm sürdüğü Washington eyaleti, bu cezanın başarısızlığını görerek, nihayet 2017 yılında bu uygulamayı iptal etmiştir.
İdam cezasının varlığının caydırıcılığı da tartışmaya açık bir mevzudur. Çünkü mevcut istatistikler değerlendirildiğinde, cinayet gibi ağır suçlar işlemeye meyilli kişilerin her şeyi göze alarak, çekinmeden suç işleyebildikleri görülmüştür. Öte yandan doğal olarak ceza alan suçluların da bir ailesi, yakınları bulunmaktadır. Gerek yargılama, gerekse infaz süreci ve sonrasında, hiç suçları olmamasına rağmen, bu kişiler de ceza almışcasına travmatik olaylara maruz kalmakta ve bu kötü anıları hayat boyu belleklerinde yaşatmak zorunda kalmaktadırlar. İdam vakası özellikle suçlunun çocuklarının gelecekteki hayatını da olumsuz anlamda etkileyecektir. Zira bu sıra dışı ölümün, kişiler üzerindeki yoğun psişik baskısı nedeniyle, hayatın normal seyrini nesiller boyunca sekteye uğratacağı aşikardır.

İdam cezasının diğer tüm ağır cezalardan en belirgin farkı, telafisinin imkansız oluşudur. Hayatın ve varlığın devamı sağlandığı sürece, kişiye verilmiş tüm cezaların, tazminat, ödüllendirme, topluma kazandırma vb. yöntemlerle telafi edilmesi mümkündür. Ancak ölümün yerine koyulabilecek hiçbir şey yoktur. Özellikle Türkiye gibi hukukun topalladığı ülkelerde, idam cezasının siyasi iktidar lehine hukuk dışı yöntemlerle yaygınlaştırılıp kötüye kullanılabileceği olasılığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Nitekim yakın geçmişte ülkemiz iktidarlarının siyasi görüşleri doğrultusunda, sistematik bir biçimde toplu yargılamalara girişildiğine, ancak yargı organlarının aldığı nihai kararlarda hatalar yapıldığının fark edilmesi üzerine, bu hukuki yanlışlıkların giderilmesi adına çaba sarfedildiğine ilişkin bilgiler tarih sayfalarında yerini almıştır. Tabi ki bu tür yanılgılar, halkın indinde yargıya olan ulusal güvenin hasar almasına sebebiyet vermektedir. Ama çok daha önemlisi, bu tür adli vakıalarda alınan haksız idam cezalarının geri alınması mümkün olamayacağı için, yargılanan kişilerin en temel insani hakkı olan, yaşama hakkı ellerinden alınmış olacaktır. İşte bu tip trajik sonların, toplum içinde infiallere neden olması kaçınılmazdır.

İnsanlık tarihi boyunca yüz binlerce insan haksız yere, siyasi otoritelerce idam edilmişlerdir. Ortaçağ Avrupa’sının yasal yargı kurumu engizisyon mahkemeleri, bugün bizlere gülünç gelecek türden, hurafeler üzerine kurulu, batıllığa dayalı eylem ve davranışları suç kabul ederek, sayısız masum insanı giyotinlerde başı kesilmek ya da asılmak suretiyle haksız yere öldürmüştür. Osmanlı Devleti tebaası gibi daha oryantal toplumlarda ise, benzer katliamlar yargılama olmaksızın bizzat devletin başındaki tek muktedir olan padişah tarafından gerçekleştirilmiş ya da onun verdiği emirler doğrultusunda infaz edilmiştir. İçinde bulunduğumuz bu dönemde bize ne kadar da acımasız bir uygulama gibi gözükmektedir değil mi? Ama zaten beşer olarak sağlamaya çalıştığımız adalet, tarihin hangi döneminde, tam manasıyla isabetli ve hakkaniyetli olmuştur ki?

Sonuç olarak, idamların devlet eliyle yapılıyor olması, kişinin yaşama hakkının elinden alındığı ve dolayısıyla bu insanların bir anlamda cinayete kurban gittiği gerçeğini değiştirmemektedir. Mağdur yakınlarının, kayıplar karşısında öfkeye kapılarak suçlunun katledilmesini talep etmeleri doğal karşılanmalıdır. Ancak adaleti sağlama görevi devletindir. Cinayete cinayetle karşılık vermek tüm insani değerleri hiçe saymak anlamına gelir. Suçluyu cezalandırırken, devlet tarafından insan hakları değerlerinin iyi tesis edilmesi, suçu azaltma ve suçluyu topluma kazandırma hususlarında etkinlik ve süreklilik sağlanması ve suçlunun topluma kazandırılması yönünde çalışılmasının zorunlu olduğu hususları en temel kriterler olmalıdır. Unutmamalıdır ki, yaşamak ilk sıradaki insani haktır.

Yazımı, tüm kadim dinlerin ortak doktrini olan, iyi bildiğimiz ve sıkça kullandığımız bir öğretiyi hatırlatarak bitirmek istiyorum:
“Allah’ın verdiği canı, ancak O alır”
Hoşçakalın.

Cenk Demirarslan
Cenk Demirarslan
DÜŞLERİ ÖLDÜRMEK kitabının yazarı. İstanbul doğumlu, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden 1988 yılında mezun oldu. Bilim, hayatının vazgeçilmez bir parçası. Bunun dışında felsefeyle de ilgileniyor. Bilimsel araştırmalar, doğa sporları, sinema, tiyatro, sahne sanatları, ve müzik başlıca ilgilendiği etkinlikler. Amatörce resimle de uğraşıyor. İnsanın, ancak ruhsal ve zihinsel anlamda geliştiği sürece yaşamına devam edebileceğine inanıyor ve kendisi sıkı bir hümanist.

3 Yorum

Subscribe
Bildir
guest
3 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları göster
Arıcılık Malzemeleri

Yeni Yazılar

Mühendislik Maaşları

Bunları Gördünüz mü?