Yaklaşık 13.7 milyar yıl önce Big Bang isimli bir patlama, içinde yaşadığımız uzayın oluşmasına sebep oldu. Her ne kadar patlama denilse de Big-Bang, aslında bir enerji boşalımıdır. Çok yoğun bir enerjinin, küçük bir noktanın içinde (kimileri bir toplu iğne başı kadar olduğunu iddia etmekte) sıkışmasından ötürü ortaya çıkmış bir yayılımdır. Cern deneyini eminim bu yazıyı okuyan çoğu kişi duymuştur. Bu deneyin temel amacı Big-Bang’in hemen sonrasında yaşanan olayları anlayabilmektir. Bunun için parçacıklar birbirleriye çarpıştırılır. Çünkü Big Bang’in hemen sonrasında muazzam bir enerji ortaya çıkmıştı.
Böyle bir enerjiyi tekrar yakalayıp neler doğurduğunu görmek için parçacıklar (örnek olarak iki proton) birbirleriyle çarpıştırılır ve sonuçlar gözlemlenip evrenimizin başlangıcına dair bilgiler elde edilmeye çalışılır. Bazı bilimcilerin amacı ise uzun zamandır üstünde düşünülen Higgs Bozonu’nu bulmaktı. Ancak, kavram yeni yeni popüler hale gelirken 20. yüzyıl teknolojisi vardı ve o teknoloji ile bu parçacığı bulmak hiç de kolay değildi.
Bu yüzden, ismine ilk başlarda her ne kadar “Goddamn Particle” yani “Tanrı’nın Belası Parçacık” denmiş olsa da bilim camiasında argo kelimelerin hoş karşılanmayacağı bilindiği için ismi “Tanrı Parçacığı” olarak değiştirilmiştir. “Higgs Bozonu” diye adlandırdığımız bu parçacık aslında tıpkı bir foton gibi kuvvet taşıyıcı parçacıktır. Higgs Alanı’nın kuvvet taşıyıcı parçacığıdır.
Akıllardan “Higgs Alanı Nedir?” sorusunun geçtiğini hisseder gibiyim. Gelin madem modern bilimin ışığında açıklayalım;
Ancak açıklamayı yapmadan önce “Higgs Bozonu” dediğimiz kavramın hangi düşünce ile ortaya atıldığını konuşalım. Bilim adamları parçacıkları gözlemlerken her parçacığın birbirinden farklı kütlelere sahip olduğunu, hatta bazı parçacıkların kütlesiz olduğunu gözlemledi. Peki neye göre değişiyordu bu kütleler? Veya bu parçacıklara kütlelerini ne kazandırıyordu? Veya kütlesiz olanlar nasıl kütlesizdi? İşte temeli bu sorulara dayanan problem, bilim adamlarının kafalarını sürekli kurcaladı.
Big Bang’den hemen sonra teknik dille söyleyeceksek saniyenin milyonda biri kadarı sonrasında ilk parçacıklar uzaya yayıldı. Yani yaklaşık 13.7 milyar yıl önce. Bu yayılan parçacıkların hepsi ilk başta kütlesizdi. Higgs Alanı evrenimizin her yerine yayılmış olan bir alandır. Big-Bang’den sonra Higgs Alanı’nın içinden geçen parçacıklar onunla etkileşim yaptılar. Ancak tesadüfi olarak bazıları yapmadılar ve yapılan etkileşimin büyüklüğüne göre parçacıklar kütle kazandılar. Çok etkileşenler daha ağır, az etkileşenler daha hafif, hiç etkileşime girmeyenler ise(örnek olarak foton) kütlesiz oldular. Çünkü kütle, ivmelenmeye karşı gösterilen dirençtir. Yani bu alan ile daha fazla etkileşimde bulunan parçacıklar, daha az etkileşimde bulunan parçacıklara oranla daha ağır olmak zorundadırlar. Daha önce de söylediğim gibi “Higgs Alanı”, evrenin her yerinde olduğu için biz insanların da kütleli olmasını sağlar. Eğer bu alan var olmasaydı bugün insan cinsi oluşmuş olmazdı. Daha basite indirgemek için şöyle bir örnek vereyim;
Bir sınıf olsun ve içerisinde birçok öğrenci. Sonra da kapıdan biri çıkıp, önemli bir kişinin geldiğini söylesin. Mesela “Richard Dawkins sınıfta Evrim Teorisinin temellerini anlatacakmış.” Bunu duyan öğrenciler elbette ki bir anda heyecanlanıp, Dawkins odaya girdiği an hareket edeceklerdir, onun ilerlemesini yavaşlatacaklar ve Dawkins aslında ilerledikçe ona doğru yönelen öğrenci sayısı daha da artacaktır.
Böylece Dawkins’in hayranı öğrenciler sınıfta bir alan ve bir kütle oluşturacaktır. Özetle bu sınıfı Higgs Alanı kabul edebiliriz. Yani Dawkins, ne kadar çok öğrenci ile etkileşimde bulunursa, doğal olarak alan ile daha çok etkileşime girecek ve bu sebepten dolayı daha büyük bir kütle varlığı oluşacaktır.
Umarım okurken keyif almışsınızdır :)