Bugünlerde vizyonda olan ve birkaç saat önce izlediğim Skyscraper filmi hakkında bir yazı yazmaya karar verdim. Gökdelenler ilgi alanım olduğu halde filme bir türlü vakit ayırıp gidememiştim. Öncelikle bu yazının bir film eleştirisi olmadığını söylemeliyim. Sizlere gökdelenlerle ilgili ilginç bilgiler sunmak istiyorum. Ama yine de spoiler hassasiyeti olanlar için; yazımı okumadan önce filmi izlemenizde fayda var.
Filmimiz büyük – kelimenin tam anlamıyla oyuncu Dwayne Johnson’ın başrol görevini üstlendiği ve Hong Kong’da bulunan “The Pearl” adlı bir gökdelende geçiyor. Johnson eski bir FBI polisi ve yeni bir sigortacı. Fizik ve zihin kurallarını aşan bir kurguyla izleyeceğiniz filmin bazı kısımları olağanüstü olaylara sahne oluyor. Dolayısıyla birçok yerinde “yok artık” demeniz muhtemel. Şuanda dünyanın en yüksek binası, Burj Khalifa 829 metre yüksekliğinde. Pearl ise tam 1066.8 metre.
Elbette gerçekte böyle bir bina yok. Ama tasarımı çok ilgimi çekmekle birlikte iyi mimar ve mühendislerle birlikte çalışıldığı çok aşikar. Nitekim küçük ayrıntılara çok dikkat eden biri olarak yapım ekibini kutlamak lazım; böyle bir binanın çelik iskeletli olması detayı her yerde iyi işlenmiş. Fakat bazı noktalarda küçük tutarsızlıklar yok değil. Mesela 240 katlı olduğu söylenilen Pearl’un 98. katında çıkan yangında çatı katında olan binanın sahibi “yüzlerce kat yukarıda” olduklarını söylemişti. Bunun pek mantıklı olmadığını söyleyebiliriz. Başka bir tutarsızlık da dünyanın en büyük ve en gelişmiş yapısının temeli için Hong Kong’un Victoria Limanı’nın uygun bir zemin olmadığı gerçeğidir.
Gelelim filmimizden mimar ya da inşaat mühendislerinin alması gereken derse. Fragmanı izlediğimde başrolümüzün ailesinin binaya getirilmesinin ardından söylediği şu söz dikkatimi çekti : “Onları sadece içeri getirmekle kalmadın, 240 kat yukarıda mahsur da bırakmış oldun. İşler yolunda gitmezse neler olacağını kimse bilmiyor.” Evet, bir sürü Hollywood filminin bilinçaltımıza işlediği “Gökdelenler tehlikelidir.” olgusu bu filmde de ana temada yer alıyor. (Ayrıca sevgili senaristler artık şu gökdelen camlarını bu şekilde patlatmayın.) Bizler ne kadar ince tasarlarsak tasarlayalım yapılar büyüdükçe tehlike potansiyelleri de o k
adar büyür. Filmle ilgili son olarak, gelecekte karşılaşabileceğimiz, “Black Mirror” dizisine yeni bir bölüm ekletecek tarzda teknolojileri göreceğinizi söylemek istiyorum. Hatta bu teknolojilerin Michio Kaku’nun “Geleceğin Fiziği” adlı kitabında bahsettiği “Bilgisayarın Geleceği” bölümünde yer alan, duvarda asılı tablomuzun bile çiplerle donatılmış bir bilgisayar olacağı zamanları anlatıyor olmasını da belirtmekte fayda var.
Size gökdelenlerle ilgili vikipedik bilgiler vermek yerine pek rastlanmayan bilgiler vermek istiyorum. Göğe kadar uzanan bu binaların ve bu tarz filmlerin yapılmasına olanak sağlayan en büyük isim bir makine ustası. İngiliz Elisha Graves Otis’in asansörü icat etmesiyle göklere olan yolculuğumuz saniyelere indirgendi.
Binalar birer semboldür. Peki göklere kadar ihtişamla uzanan bu binalar ne ifade ediyor? Pragmatik açıdan baktığımızda çoğu içinde ofis, otel, restoran ya da gece kulübü barındıran ve genelde zenginlere hitap eden yerler. Konut olarak pek kullanılmamakla birlikte; örneğin Amerika’da birçok gökdelen olmasına karşın insanların çoğu müstakil yapılarda yaşamaktadır. Buradan şu sonuç çıkıyor: Gökdelenler gücün sembolüdür. Prestijin ve saygınlığın getirisi konut ya da ticari alan satmaktan daha fazla olacaktır. Dolayısıyla filmde yer alan bina da dahil neredeyse bütün gökdelenler birer güç gösterisidir.
Muhammed Bin Raşid El-Mektum Burj Khalifa’yı yaparak Dubai’nin petrolünün bitmesine ağlamadığını ve hala ayakta duracağını göstermek için 1,2 Milyar $ harcamıştır. Piramitlerden tutun da Hitler’in yaptığı 4,5 km’lik Prora Oteli gibi yapılar devasa olmalarıyla birlikte yaptıranın ne kadar güçlü olduğunu vurgulamaktadır. Yukarıda da bahsettiğim üzere gökdelenlerin sahipleri; büyüdükçe tehlikeli hale gelen bu yapılar için söz konusu tehlikeyi göze alacak kadar cesur olduklarını tüm dünyaya göstermişlerdir.
Bugün gökdelenler bu kadar yüksekse elbette mühendislerin de payı yadsınamaz. Özellikle inşaat mühendisliğinin Albert Einstein’ı olarak kabul edilen ve Tübüler Sistem’in mucidi Dr. Fazlur Khan bugün bulutları delen bu canavarları ayakta tutabilmemizi sağlamıştır. Herkes daha fazla yüksekliğe çıkmak için kesitleri ya da mukavemeti artırmak gerektiğini düşünürken Khan, sistem etkinliğini artırma yoluna gitti ve bilinen çerçeve sistemi geliştirerek bugünkü gökdelenlerin iskeletini oluşturdu.
Son olarak yazımı okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Lütfen eksik, yanlış ya da eklemek istediğiniz şeyler için yorum yazmayı unutmayın.