Giordano Bruno, asıl adı Filippo Bruno, diğer adı ise Nolano, Napoli yakınlarında Nola şehrinde 1548 yılında doğdu, 17 Şubat 1600 yılında Roma’da öldü. Giordano Bruno; İtalyan filozof, astronom, matematikçi ve modern bilimin öngördüğü okültist. Bunların en kayda değer olanı, sonsuz evren teorileri ve dünyaların çokluğunun teorileriydi; burada geleneksel jeo-merkezli (Dünya-merkezli) astronomiyi reddetti ve sezgisel olarak Güneş merkezli teorisinin ötesine geçti. Giordano Bruno bu saçma düşünceden kurtulmak için yanıp tutuşuyordu, kilisenin yasakladığı kitapları okuyor bunların üzerine evren üzerine fikirlerde bulunuyordu. O zamanlar düşünce özgürlüğü yoktu.
Antik Romalı bir adam olan Lucretius ona sonsuzluk hakkında kulağına fısıldıyordu. Lucretius okuyucudan evrenin kıyısında durup, evrene doğru bir ok fırlatmasını hayal etmesini istiyordu. Ok eğer ilerlemeye devam ederse, o halde evrenin düşünülenden çok daha öteye uzandığı ortada olacaktı. Ama ok ilerleyeme devam etmez. Eğer ok bir duvara çarparsa o duvarın evrenin sonu olduğu düşünülen noktanın üzerinde duruyor demekti. Yine aynı noktadan yola çıkarak, o duvarın üstünden bir ok atmayı denerseniz önünüzde yine 2 seçenek olacaktır. Ya ok uzayın derinliklerinde sonsuza kadar uçacak ya da üzerinizde durabileceğiniz bir başka engele çarpacaktır. İki durumda da Evren sınırsız olmalı. Bu durum Bruno’ya çok mantıklı geldi. Onun taptığı Tanrı sonsuzdu. O halde diye düşündü; “Yaratılış nasıl bundan daha eksik olabilir?”. Yaşadığı yerde bu onun düşündüğü son şeydi. Kiliseden sokağa atılmıştı ama o fikrinden asla vazgeçmedi, yaşamak için direndi.
30’lu yaşların başlarında kaderini belirleyen bir fikir bulmuştu. Düşünde yıldız gök kubbesiyle çevrilen bir Dünya’da uyandı. Bruno’nun döneminde Evren modeli bu şekildeydi. Ama Bruno bunun ötesine geçmek istiyordu. Cesaretini topladı ve perdeyi kaldırdı. Sonsuzluğa erişmişti. “Kanatlarımı boşlukta güvenle açıyorum ve sonsuzluğa yükseliyorum. Diğerlerinin uzaktan görmeye zorlandıklarını ardımda bırakıyorum. Burada ne yukarı var ne de aşağı, ne merkez var ne de sonu, ne sağ ve ne de sol. Diğer yıldızlardan farksız olan güneşi ve bizim dünyamıza benzeyen bir sürü gezegen var.” Bu keşif sonsuzluğun keşfiydi.
Bruno bundan sonra hayatına bu fikrini Avrupa’ya yaymak için yola koyuldu. Diğer din adamlarının da bu heybetli ve olağanüstü yaratılışa inanacaklarını düşündü ama yanıldı. İlk olarak ana vatanı olan Roma Katolik kilisesi tarafından aforoz edildi. Bunu diğer kiliseler ise takip etti. Birer birer yaşadığı şehirlerden sınır dışı ediliyor, sürgün ediliyordu.
Günlerden bir gün İngilteredeki Oxford Üniversitesinden Bruno’ya ders verme teklifi geldi. Bruno artık kendi denginde insanlara ders vereceğim diye sabırsızlanıyordu. Onu anlayabilecek birilerini bulduğunu inanıyordu. Ama ne yazık ki bunda da yanılmıştı. O insanlara kilisenin otoritesini ve kalıplaşmış fikirlerden uzaklaşalım, gelin kanıtladığımız sandığımız fikirlere sezgi ile yaklaşıp tekrar düşünelim. Bilgiyi baştan bulalım demişti. İnsanlar ise ona; “deli”, “şeytan”, “ataist”, “kafir” diye suçlamıştı. O ise insanlara dönüp; “Siz Tanrı’yı çok küçümsüyorsunuz.” diyerek üniversiteden ayrılmıştı.
Bruno din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ya da ifade özgürlüğünün her bireyin en kutsal hakkı olarak görülmesi gereken gibi bir şeyin söz konusu olmadığı bir dönemde yaşıyordu. Geleneksel inançla uyuşmayan bir fikri ifade etmek başınıza büyük bir bela açabilirdi. Bruno bunu umursamazsa İtalya’ya döndü. Gidebileceği en tehlikeli yerdi. Orada Roma Katolik Klisesinde engizisyon diye bilenen bir mahkeme sistemi vardı ve engizisyonun tek amacı farklı görüşleri dile getirmeyi cesaret edenleri sorgulamak ve işkence etmekti.
Bruno’nun fikir zabıtalarının eline düşmesi çok zaman almadı. 8 yıl boyunca zindanlarda acımasız bir şekilde işkenceler gördü. Fikrinden vazgeçmesi istendi ama o fikrinden vazgeçmedi. Kilise neden bu kadar çok korkuyordu? Çünkü şayet Bruno haklıysa kutsal kitapların ve kilisenin otoritesi sorgulanmaya başlayacaktı. Sonunda engizisyon kardinalleri hükümlerini vermişti. Suçu ise; “Kutsal üçlemenin ve İsa’nın kutsallığını sorgulamak, Tanrı’nın gazabının ebedi olmadığına ve herkesin yanmaktan kurtulacağına inanmak, başka dünyaların varlığını iddia etmekti.” Yazdığı tüm kitaplar yakıldı. Daha sonra Bruno tüm halkın önünde diri diri yakılarak öldürüldü.
Bruno’nun ölümünden 10 yıl sonra Galileo teleskopundan baktığında ilk kez Bruno’nun haklı olduğuna inandı. Samanyolunun gerçekten çıplak gözle görülemeyecek sayısız yıldızdan oluşuyordu. Her bir ışık bir gezegeni temsil ediyordu. Bruno ne yazık ki bir bilim adamı değildi. Evren hakkında görüşü sadece bir düştü. Sadece bir tahmindi. Fikrini ispatlayabilecek bir bir kanıtı yoktu.