ALAADDİN Çelebî diye tanınan Amasyalı Hüseyinoğlu Ali [Ali b. Hüseyin el-Amasî] Tariku’l-edeb [Edeb Yolu] adlı, İstanbul’un fethinden hemen sonra, 857/1453 tarihinde kaleme aldığı, doğumdan ölüme değin adab-ı muaşeret yani hayat bilgisi konulu mensur eserinin son bölümünü ilginç bir konuya tahsis eder: “Her bir taifenin [milletin] doğasını teşhis”. Alaaddin Çelebî, bu bölümde Türkmen ve Tatarları ayrı birer taife olarak kabul ederek Türklerden ayırır. Türklerin; Anadolu ve Balkan sakinlerinin doğasını, yani bizim doğamızı [tab’ımızı] ise şöyle teşhis eder: “Ve Türk taifesi sadık ve müşfik ve yavaş taife olur, koyun gibi ve biribirine muvafakatı ve ülfeti ve şefkatı ve itaati vardur. Görmez misin ki koyunun mecmuısı birbirine ittiba olur ve hem cemi hayvanatda koyundan menfaatlüsi yoktur. Ve koyundan yavaş dahi olmaz ve hem ganem ganimetdür”.
Sorulması gereken tarihî soru şudur: Kabus-name türü eserler başta olmak üzere pek çok siyaset-namede Türkler söz konusu olduğunda yaygın bir biçimde kullanılan ‘koyun’ benzetmesinin ‘yaşı’ kaçtır? İlginç bir şekilde Ebu Osman Cahız, (ö. 255/869) Menakıb cundi’l-hilafe ve fedai’l-etrâk [Hilafet ordusunun menkibeleri ve Türklerin faziletleri] adlı eserinde, “Bir Türk başlı başına bir millettir” ve “Türkler’in bünyeleri hareket üzere kurulmuştur; durmaktan nasipleri yoktur” diyor; benzer şekilde İbn Hassul dahi, Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e sunduğu Kitab tafdilu’l-etrak ala sairi’l-ecnad [Türklerin diğer ordulara üstünlüğü] isimli küçük çalışmasında aynı bakış açısını tekrarlıyordu. Cahız ve İbn Hassul’un düşünceleri ile Alaaddin Çelebî’ninkiler karşılaştırıldığında sanki iki ayrı milletden bahsediliyor gibi hissedilir. Öyle ki Alaaddin Çelebî’nin Türkler için öngördüğü doğanın nitelikleri, yani sadık, müşfik, yavaş; birbirine muvafakatı, ülfeti, şefkatı ve itaatı var; mecmuısı biribirine ittiba eder ve menfaat verir ile Cahız ve İbn Hassul’un Türkler için öngördüğü nitelikler neredeyse birbirinden tamamen faklıdır. Sorunu açıklamak için kısa bir yanıt vermek gerekirse, Cahız ve İbn Hassul, Türkleri Abbasî hilafeti için harp edecek “savaşçı bir topluluk” olarak görürken Alaaddin Çelebî, artık Anadolu’da siyasî bir iradenin etrafında millet haline gelmiş Oğuzlardan bahsetmektedir. Bir millet ki koyun gibidir, mensubiyetine sadıktır, bu mensubiyeti paylaşan diğer mensubdaşlarına müşfiktir; medenî olmanın gerektirdiği yavaşlığı yani sükuneti vardır. Çünkü bir şehirde iskan edilmiştir, meskeni vardır, sakindir. Millet olmanın gereği olarak insanları birbirini kollar, aralarında dostluk vardır, birbirlerinin sözünü dinlerler, ama en önemlisi bir koyun sürüsü gibi omuzlarını birbirlerinin omuzlarına sürterek yürüyecek, yol alacak kadar birliklidirler; başka bir deyişle birbirlerine ‘temasları’ yoğundur. Bu niteliklere sahip olduklarından, yani koyun gibi olduklarından birbirlerine menfaatlidirler; boş yaşamazlar, iş görürler; dolayısıyla bayındırdırlar. Birliklik ile dirlikleri vardır. Çünkü koyun mensup olduğu sürü içerisinde birlik ve dirlik kazanır.
Tanzimattan bu yana İngilizler başta olmak üzere sömürgeci kapitalist güçler ile içerideki uzantılarının rahatsız oldukları niteliklerdir bunlar. Başka bir deyişle bu niteliklere sahip Türkler birilerini hep rahatsız etmiştir. Niçin? Çünkü koyun sürü demektir ve birbirlerinin omuzlarına sürterek, birbirlerine temas ederek tarihte yol alan bir milleti yenmek, dağıtmak kolay değildir. Birlikli, birbirine sürtünerek yürüyen sürüye kurt giremez. Böyle bir milletin içerisinde işler kolay yürütülemez. Üstelik Kabus-name’de dendiği gibi “Çobanı iyi olursa bu milletle büyük işler yapılır”. Nitekim, tarih şahittir, yapılmıştır da.
Türk milletinin koyunluğunu eleştirenler, koyun kelimesinin halk arasında çağrıştırdığı, ama hiç de menfi olmayan, itaat etme, boyun eğme cihetini öne çıkartırlar. Ancak unutulan nokta, bu eleştiri ancak ve ancak başka bir cihet adına yapılırsa anlamlıdır. Başka bir deyişle, rahatsızlık veren itaat etme ve boyun eğme eylemleri değil, kime itaat edildiği ve nereye boyun eğildiğidir. Çünkü sömürgeci kapitalist güç kendisine itaati ve boyun eğmeyi zorlaştırdığı, direnmeyi sürdürdüğü için Türk’ün koyunluğunu yani mensubiyetini tahkir eder. Öyleyse sorun “hangi sürüye mensup bir koyun olunduğu”dur. Çünkü sömürgeci kapitalist gücün daveti kendi sürüsüne katılmaktır; aralarında sadakatin, şefkatin, birbirine muvafakatın, ülfetin ve itaatın olmadığı, birbirine sürtünmekten, temas etmekten kaçınan; birbirine menfaati değil, faydası dokunan, millet anlamında değil, yığın anlamında bir sürü. Ancak böyle bir sürü, üretim-tüketim denklemi içerisinde yaşayabilir, sağılabilir, yönlendirilebilir. Böyle bir sürü, bilgi ve adalet yani nizam-ı âlem için savaşmaz; yakıp yıkar-yer-içer-sevişir.
Türkler hiçbir zaman ırk ve kan birliğini önemsemiş bir millet değildir. Türk tarihinde kan ve ırk birliğine dayanan bir Türk tasavvuru yoktur. Tersine, bir töre birliği, siyasal ilkelere mensubiyetin oluşturduğu bir birlik, sürü söz konusudur; bu birliğin her bir üyesi de, yukarıda zikredilen nitelikleri paylaşan, töreye katılan bir koyundur. Başka bir deyişle “kan birliğine değil, can birliğine” dayalı bir sürü, yani millettir Türk milleti.
Türk milletinin koyunluğundan şikayet edenler bu milletin misyonundan rahatsız olanlardır hiç şüphesiz. Ancak ilginç olan, Türk milletinin koyun niteliğini tahkir edenler, çoban ve çoban köpeği sorununa pek dokunmazlar. Yakın tarihimiz Türk milletinin sürü olma yani sadakatin, şefkatin, birbirine muvafakatın, ülfetin ve itaatın olduğu; birbirine sürtünmekten, temas etmekten hoşlanan, birbirine menfaati dokunan, birbiri için yaşayan, kısaca birlikli ve dirlikli olmaya çalışan biçiminde özetlenebilecek sıfatlarını törpüleme tarihidir. Bütün bu törpüleme sürecinde çoban ne yaptı; çoban köpeği nerelerdeydi? Konuşulması gereken sorular bunlar.
Türk milleti çobanını bulduğunda sürü olmaya hazır ve büyük işler yapmaya namzettir. Önemli olan çobanın milletini bulması; çoban köpeğinin milletini korumasıdır. İşte bu nedenlerle biz Türkler koyunluğumuzu geri istiyoruz.
anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=8&makaleid=3225 - İhsan Fazlıoğlu
Sorulması gereken tarihî soru şudur: Kabus-name türü eserler başta olmak üzere pek çok siyaset-namede Türkler söz konusu olduğunda yaygın bir biçimde kullanılan ‘koyun’ benzetmesinin ‘yaşı’ kaçtır? İlginç bir şekilde Ebu Osman Cahız, (ö. 255/869) Menakıb cundi’l-hilafe ve fedai’l-etrâk [Hilafet ordusunun menkibeleri ve Türklerin faziletleri] adlı eserinde, “Bir Türk başlı başına bir millettir” ve “Türkler’in bünyeleri hareket üzere kurulmuştur; durmaktan nasipleri yoktur” diyor; benzer şekilde İbn Hassul dahi, Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e sunduğu Kitab tafdilu’l-etrak ala sairi’l-ecnad [Türklerin diğer ordulara üstünlüğü] isimli küçük çalışmasında aynı bakış açısını tekrarlıyordu. Cahız ve İbn Hassul’un düşünceleri ile Alaaddin Çelebî’ninkiler karşılaştırıldığında sanki iki ayrı milletden bahsediliyor gibi hissedilir. Öyle ki Alaaddin Çelebî’nin Türkler için öngördüğü doğanın nitelikleri, yani sadık, müşfik, yavaş; birbirine muvafakatı, ülfeti, şefkatı ve itaatı var; mecmuısı biribirine ittiba eder ve menfaat verir ile Cahız ve İbn Hassul’un Türkler için öngördüğü nitelikler neredeyse birbirinden tamamen faklıdır. Sorunu açıklamak için kısa bir yanıt vermek gerekirse, Cahız ve İbn Hassul, Türkleri Abbasî hilafeti için harp edecek “savaşçı bir topluluk” olarak görürken Alaaddin Çelebî, artık Anadolu’da siyasî bir iradenin etrafında millet haline gelmiş Oğuzlardan bahsetmektedir. Bir millet ki koyun gibidir, mensubiyetine sadıktır, bu mensubiyeti paylaşan diğer mensubdaşlarına müşfiktir; medenî olmanın gerektirdiği yavaşlığı yani sükuneti vardır. Çünkü bir şehirde iskan edilmiştir, meskeni vardır, sakindir. Millet olmanın gereği olarak insanları birbirini kollar, aralarında dostluk vardır, birbirlerinin sözünü dinlerler, ama en önemlisi bir koyun sürüsü gibi omuzlarını birbirlerinin omuzlarına sürterek yürüyecek, yol alacak kadar birliklidirler; başka bir deyişle birbirlerine ‘temasları’ yoğundur. Bu niteliklere sahip olduklarından, yani koyun gibi olduklarından birbirlerine menfaatlidirler; boş yaşamazlar, iş görürler; dolayısıyla bayındırdırlar. Birliklik ile dirlikleri vardır. Çünkü koyun mensup olduğu sürü içerisinde birlik ve dirlik kazanır.
Tanzimattan bu yana İngilizler başta olmak üzere sömürgeci kapitalist güçler ile içerideki uzantılarının rahatsız oldukları niteliklerdir bunlar. Başka bir deyişle bu niteliklere sahip Türkler birilerini hep rahatsız etmiştir. Niçin? Çünkü koyun sürü demektir ve birbirlerinin omuzlarına sürterek, birbirlerine temas ederek tarihte yol alan bir milleti yenmek, dağıtmak kolay değildir. Birlikli, birbirine sürtünerek yürüyen sürüye kurt giremez. Böyle bir milletin içerisinde işler kolay yürütülemez. Üstelik Kabus-name’de dendiği gibi “Çobanı iyi olursa bu milletle büyük işler yapılır”. Nitekim, tarih şahittir, yapılmıştır da.
Türk milletinin koyunluğunu eleştirenler, koyun kelimesinin halk arasında çağrıştırdığı, ama hiç de menfi olmayan, itaat etme, boyun eğme cihetini öne çıkartırlar. Ancak unutulan nokta, bu eleştiri ancak ve ancak başka bir cihet adına yapılırsa anlamlıdır. Başka bir deyişle, rahatsızlık veren itaat etme ve boyun eğme eylemleri değil, kime itaat edildiği ve nereye boyun eğildiğidir. Çünkü sömürgeci kapitalist güç kendisine itaati ve boyun eğmeyi zorlaştırdığı, direnmeyi sürdürdüğü için Türk’ün koyunluğunu yani mensubiyetini tahkir eder. Öyleyse sorun “hangi sürüye mensup bir koyun olunduğu”dur. Çünkü sömürgeci kapitalist gücün daveti kendi sürüsüne katılmaktır; aralarında sadakatin, şefkatin, birbirine muvafakatın, ülfetin ve itaatın olmadığı, birbirine sürtünmekten, temas etmekten kaçınan; birbirine menfaati değil, faydası dokunan, millet anlamında değil, yığın anlamında bir sürü. Ancak böyle bir sürü, üretim-tüketim denklemi içerisinde yaşayabilir, sağılabilir, yönlendirilebilir. Böyle bir sürü, bilgi ve adalet yani nizam-ı âlem için savaşmaz; yakıp yıkar-yer-içer-sevişir.
Türkler hiçbir zaman ırk ve kan birliğini önemsemiş bir millet değildir. Türk tarihinde kan ve ırk birliğine dayanan bir Türk tasavvuru yoktur. Tersine, bir töre birliği, siyasal ilkelere mensubiyetin oluşturduğu bir birlik, sürü söz konusudur; bu birliğin her bir üyesi de, yukarıda zikredilen nitelikleri paylaşan, töreye katılan bir koyundur. Başka bir deyişle “kan birliğine değil, can birliğine” dayalı bir sürü, yani millettir Türk milleti.
Türk milletinin koyunluğundan şikayet edenler bu milletin misyonundan rahatsız olanlardır hiç şüphesiz. Ancak ilginç olan, Türk milletinin koyun niteliğini tahkir edenler, çoban ve çoban köpeği sorununa pek dokunmazlar. Yakın tarihimiz Türk milletinin sürü olma yani sadakatin, şefkatin, birbirine muvafakatın, ülfetin ve itaatın olduğu; birbirine sürtünmekten, temas etmekten hoşlanan, birbirine menfaati dokunan, birbiri için yaşayan, kısaca birlikli ve dirlikli olmaya çalışan biçiminde özetlenebilecek sıfatlarını törpüleme tarihidir. Bütün bu törpüleme sürecinde çoban ne yaptı; çoban köpeği nerelerdeydi? Konuşulması gereken sorular bunlar.
Türk milleti çobanını bulduğunda sürü olmaya hazır ve büyük işler yapmaya namzettir. Önemli olan çobanın milletini bulması; çoban köpeğinin milletini korumasıdır. İşte bu nedenlerle biz Türkler koyunluğumuzu geri istiyoruz.
anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=8&makaleid=3225 - İhsan Fazlıoğlu