Dünya dışında yaşam varmı düşüncesi, günümüzde eskiden olduğu kadar kesinlikle reddedilmiyor. Geçen yüzyıllarda felsefî düzeydeki kurgulara yalnızca kişisel düşünceler yol gösterirdi; günümüzde Evren’in kimyasına ilişkin bilgiler, Dünya dışında da, doğal olarak, yaşam öncesi moleküllerin oluşabileceğini ortaya koymaktadır.
Uzay araştırmalarından, Dünya’da gerçekleştirilen gittikçe daha duyarlı gözlemlerden ve kimya, biyoloji, astronomi, fizikokimya alanlarındaki incelemelerden elde edilen bu sonuçlar, yeni bir bilim dalı olan astrobiyolojinin (uzay biyolojisi) doğmasını sağladı.
Astrobiyoloji, Dünya dışında yaşam araştırması yapan çok dallı bir bilim haline geldi; amacı, bütün zamanların en büyük sorularından birine cevap vermektir: Evren’de bizim dışımızda yaşam yok mudur?
Ayrıca bu bilim dalı, Dünya üzerinde yaşamın kökeni sorunuyla da yakından ilgilenir. Astrobiyoloji alanında yapılan yeni keşifler, kimyasal evrimin karmaşık oluşumlara doğru gelişmesinin belki de kaçınılmaz bir olay olduğu düşüncesini doğurdu ve yaşamın, koşulların elverişli olması halinde evrensel bir olgu olarak ortaya çıkacağı kanısına varıldı. Yakın veya uzak bir gelecekte, astrobiyoloji kuşkusuz yaşamın bizimkinden oldukça farklı biçimlerini keşfederek, bu konudaki düşüncemizi genişletme olanağı verecektir. En basitinden en gelişmişine kadar bu yaşam biçimlerini algılamak için günümüzde deney tipine ve astrobiyolojinin ilgisini çeken gökcismine bağlı olarak, oldukça duyarlı birtakım araştırma programları izleniyor.
Nitekim yaşayan Dünya ve Evren’in evrimi konusunda görüşlerimizi yenilemeyi, hatta yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan gerçekçi programlar yapıldı; sözgelimi yıldızlararası ortamda yeni karmaşık molekülleri algılama çalışmaları yapıldı; yaşam öncesi konuda ilgi çeken gezegenlerin yerinde incelenmesine girişildi; Dünya dışında yaşamın varlığını kanıtlayabilecek, artan sayıda yıldızı dinleme girişimlerinde bulunuldu; nihayet Güneş Sistemi’nin dışında yer alan gezegenlerin keşfi için de yeni programlar düzenlendi.
Dünya Dışında Yaşam Varmı ve Nerede Aramalıyız?
Dünya dışında yaşam varmı ve nerede aramalıyız; Astrobiyolojinin ilgi alanı meteoritlerin, kuyruklu yıldızların, gezegen atmosfer ve yüzeylerinin gözleminden, gökada yıldızlarının, yıldızlaraarası bulutların ve güneş sistemi dışındaki gezegenlerin gözlemine kadar yayılır.
Karbonlu kondritlerin, karbon bakımından zengin meteoritlerin analizi, yıldızlararası uzayda oluşmaları gereken, biyolojik açıdan ilgi çekici aminoasitlerin varlığını ortaya koydu, öte yandan, kuyrukluyıldızların çekirdeklerinde, tümü canlı moleküllerinin bileşimine giren С, H, O ve N atomlarından oluşmuş çok sayıda organik molekül keşfedildi.Ayrıca, çekirdeğin yüzeyinin, çok karmaşık karbonlu bir madde olan polioksimetilenle kaplı olduğu kanısına varıldı; bu bileşik, yaşam öncesi dönem açısından ilgi çekici küçük bir molekül olan formaldehitin (HCHO) polimeridir.
Viking uzay gemilerinin Mars zemini üzerinde gerçekleştirdiği astrobiyoloji deneylerinin anlaşılmaz, ancak genel olarak olumsuz sonuçları ardından, bu konuda Satürn’ün en büyük uydusu Titan ile ilgilenilmeye başlandı. Voyager sondalarının, 1980 ve 1981’de bunun yakınından geçmesi, büyük bölümü metan (CH4) ve azottan (N2) oluşan, çoğu yaşam öncesi dönem açısından ilgi çekici, organik bileşiklerce zengin bir atmosferin varlığım ortaya koydu; özellikle hidrosiyanik asit (HCN), siyanojen (C2N2) ve siyanoasetilen (HC3N) bulundu. Ayrıca Titan’ın yüzeyinin metanla (CH4) etan (C2H6) karışımından oluşan bir okyanusla kaplı olduğu ve içinde atmosfer kökenli organik bileşikler bulunduğu kanısına varıldı, öte yandan, Jüpiter ve Satürn gibi dev gezegenlerin atmosferi de belli ölçüde astrobiyolojik ilgi uyandırıyor.
Ne Tür Bir Yaşam Biçimi Bulmayı Umuyoruz?
En ilkel yayam biçimleri denince, Dünya’da 4 milyar yıl önce evrim geçirerek ilk hücreyi oluşturan yaşam biçimleri anlaşılır. Gerçekte hücre varlığını, organik moleküllerin geçirdiği uzun kimyasal evrime borçludur; organik moleküller karmaşıklaşarak, canlının iki temel makromolekül türü olan nükleik asitler (dezoksiribonükleik asit [DNA] ve ribonükleik asit [RNA]) ve proteinleri oluşturdu.
Canlının yapı taşları olarak kabul edilen bu makromoleküller her tür hücrenin ortak bileşenidir ve küçük organik moleküllerin (hidrosiyanik asit HCN ve formaldehit HCHO gibi) dönüşümünden kaynaklanan basit bileşiklerin (proteinlerdeki aminoasitler veya nükleik asitlerdeki nükleotitler gibi) zincirleme olarak birbirine bağlanması sonucunda meydana gelmiştir. Çağdaş algılama araçları sayesinde, bu küçük moleküllerin oldukça büyük bir bölümünün uzayda, çok farklı ortamlarda bulunduğu anlaşılmıştır.
Gelişmiş yaşam biçimleri denince, teknolojik imkân ve araçlarla, radyo teleskoplarımızca algılanabilecek derecede güçlü elektromanyetik dalgalar yayımlayan uygarlıklar anlaşılır. Bu uygarlıklar isteyerek veya istemeden, varlıklarını bu yoldan kanıtlayacaktır.