Bu yazımızda son zamanlarda Marmara Denizi’ni işgal etmesiyle adını sıkça duyduğumuz deniz salyasını ele alacağız. Kısaca deniz üzerinde biriken, jelatin kıvamlı, genelde beyaz renkte görülen, fitoplanktonlar yani mikro alglerin salgıladığı madde birikimi olarak tanımlayabiliriz. Bilimsel açıdan ele alırsak; çoğunlukla heksoz ve pentoz şekerleri ve üronik asitler içeren polisakkaritlerden ve proteinden oluşan organik bir yapıya sahip bir salgıdır.
Aslında bu organik maddeler deniz ve okyanusun kendi doğal kompozisyonunda da bulunur. Hatta birçok faydası da bulunmaktadır. Örneğin müsilaj polisakaritler, mikroorganizmalar için bir enerji kaynağıdır, suyu emer, katyonları değiştirir ve rizosferdeki katı yüzeylere yapışır. Müsilaj proteinleri, mikrobiyal kullanım için müsilaj polisakkaritini parçalar, abiyotik ve biyotik streslere yanıt verir ve rizosferdeki besinleri harekete geçirir.
Deniz Salyası Nedir
Müsilaj mineralleri, rizosferdeki diğer katyonlarla değiştirilebilen tek değerli ve iki değerli katyonları içerir. Müsilaj lipidleri, bitki su alımını iyileştirir ve rizosferdeki toprak parçacıkları üzerindeki adsorbe edilmiş fosforu desorbe eder. Toprağın hidrolik iletkenliğini ve erozyona karşı direncini arttırır. Bu önemli işlevler, bitki sağlığını ve tarımsal ve çevresel sürdürülebilirliği destekleyebilir.
Ancak organik madde birikimi doğal olmayan yollarla arttığında (özellikle insan eli ile) müsilaj ayrıca mikrobiyal bozunmayla üretilen maddeleri de içerir. Bunlardan en önemlisi çoğumuzun duymuş olduğu amonyak (NH4) artışı ile de belli türdeki deniz salyalarının artışı tetiklenmiştir.
Oluşan bu sümüksü yapı pek çok balık ve omurgasız canlının (mercanlar, deniz şakayıkları, süngerler, midyeler, yengeçler vb.) vücutlarını kaplayarak solunum, beslenme ve boşaltım gibi metabolik faaliyetlerinin devamı için kullandıkları solungaç ve delik gibi yapılarının tıkanmasına yol açar. Ayrıca, deniz tabanının altına gömülerek yaşayan bazı kurt, karides, midye vb. türlerin açtıkları deliklerin de kapanmasına neden olur. Böylece bu canlılar yeterli solunum yapamayarak ölür.
Deniz tabanında yaşayan bitki ve hayvanların ani ve yoğun gelişen müsilaj sonucu ölümü kaçınılmazdır. Bu da ortamdaki oksijenin hızlı tüketilmesine ve denizde canlıların yaşamasına olanak sağlayacak seviyelerde bulunan çözünmüş oksijen konsantrasyonlarının düşük seviyelere gerilemesi (hipoksik) veya tamamen tükenmesi (anoksik) gibi koşulların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Ayrıca denizin üzerini kaplayarak denizin güneş ışığı almasını engelleyerek deniz içerisinde bulunan canlıların fotosentez yapmasını engeller. Böylece ekosistemin dirençliliği yani kendini yenileme kapasitesinde düşüş meydana gelir ve ciddi şekilde zarar görmüş olur.
Ne yapmalıyız?
Araştırmalar gösteriyor ki artan deniz suyu sıcaklıkları ve özellikle insan kaynaklı faaliyetler (ev ve sanayi atıkları, aşırı balıkçılık, kıyı şeridinin tahribatı, gemicilik faaliyetleri vs.) bu oluşumları tetiklemekte. O yüzden insanlık olarak acilen bu konulardaki eksikliklerimizi tamamlamalı ve bir yol haritası çizerek bu bölgelerde bilimsel araştırmalar doğrultusunda yönetim planı yapılmalıdır. Değişim kişilerden başlar ve gittiğimiz sahillerde atık bırakmayarak kendi üzerimize düşeni yapmalıyız.