Dünyada yüz binlerce yıl yaşamış, şu anda milyarca yaşayan ve belki de ileride başka dünyalarda yaşayacak olan insanoğlunun sahip olduğu ortak duygular vardır. İşte insanı insan yapan bu duygulardan bir tanesi de insanoğlunu baş döndürücü teknolojik gelişmelerin mimarı yapan, adeta imkanların sınırlarını zorlayan “merak” duygusudur. İnsanı sorgulamaya iten bu duygu insanoğlunu günümüze bu şekilde getirmiştir.
Bu makalede de insanoğlunun sorguladığı o en eski meselelerden birine değineceğiz. Bulutsuz bir gecede gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz her şeyin, dünyanın, gezegenlerin güneş ve diğer yıldızların, galaksilerin ve hatta insanın kendisinin nereden geldiği binlerce yıldır belki de daha fazla süreden beridir sadece filozofların, bilim adamlarının değil her insanın sorduğu en temel sorudur.
“Evrendeki yerimizi gerçekten anlamak istersek en başa dönüp onun nasıl olduğuna bakmamız gerekir.” Lawrencze Krauss
Büyük Patlama Teorisi Nedir?
Bu güne kadar belki de sayısı belli olmayan fikirler ortaya atıldı. Günümüze kadar bu fikirlerin içinden en açıklayıcı olanı ‘‘bilim’’ dediğimiz şeyle açıklanmıştır. Big Bang Teorisi (büyük patlama teorisi), büyük patlama veya her şeyin başlangıcı adına ne derseniz deyin bu gün gördüğümüz etrafımızdaki her şeyin ne olduğunu en iyi anlatan bu teori bizim makale konumuzdur. Bu teori sadece evrenin nasıl oluştuğunu anlatmakla kalmaz, evrenin başlangıcı olan patlamadan sonra başlayan zaman kavramını kullanarak an ve an evrenin neye benzediğini, nasıl büyüdüğünü ve genişlediğini anlatır. Bunu kare kare bir filmi ilerletmeye benzetmek gibi düşünebilirsiniz. Fizikçiler bunu açıklayabilmenin muhteşem bir şey olduğunu söyler. Görmediğiniz bir olayın ne olduğunu anlatmaya çalışmak gerçekten zor bir iştir. Her şeye rağmen bilimin temelinde mantık yatar ve bunu açıklarken 13,7 milyar yıl önce başlayan evrenin hikayesinin temelinde patlamanın günümüze kadar gelmiş kalıntıları ve etkilerine dayanarak varsayımlarda bulunur.
Not: Makale, konunun yoğunluğundan dolayı birden fazla bölümden oluşacaktır. Yine matematiğe ilgi duyan okurlar için ayrı bir bölümde matematiksel hesaplamalara da değineceğiz. Bu bölümde büyük patlamaya dair ilk keşiflerden, galaksilerin birbirlerinden uzaklaşmasını ele alacağız.
İlk olarak 1929 yılına gidelim. Bilim adamları Samanyolu galaksisinin dışında başka galaksilerin de olduğunu öğrendikten sonra Edwin Hubble isimli bir bilim adamı bu galaksileri incelerken galaksilerden gelen ışıkların elektromanyetik spektrum tayfının kırmızıya kaydığını fark etti. Bunun anlamı galaksilerin birbirinden uzaklaşması demekti. (Kırmızıya kaymanın ne anlama geldiğini Doppler Etkisi ve Kırmızıya Kayma isimli makalemize bakarak ayrıntılı olarak inceleyebilirsiniz). Bu keşif bir devrim niteliğindeydi. O zamana kadar yaşamış ve yaşayan en büyük bilim adamları (buna Einstein de dahil) evrenin durağan ve sonsuz olduğuna inanıyordu. Bu keşifle beraber bilim çevresinin evrene olan bakış açısı büyük ölçüde değişmişti.
Başlarda bu durum güneş sistemimizin göreli hareketinden dolayı kaynaklanan kırmızıya veya maviye kaymalar olarak gösterildi. Fakat daha sonralardan anlaşıldı ki bütün galaksilerin ışık spektrumları kırmızıya kayıyordu. Bize en yakın galaksi Andromeda ve birkaç galaksi dışında bütün galaksiler görünüşe göre uzaklaşıyordu. Bunun anlamı gayet açıktı. Bizim galaksimiz özel bir konuma sahip değildi ve bütün galaksiler birbirinden uzaklaşıyorsa bunların uzaklaşmasına sebep olan itici bir güç bir çeşit patlama olması gerekiyordu. Patlayan bir bombayı kameraya aldığınızı düşünün. Videoyu geri sardığınızda etrafa dağılan parçaların birbirine yaklaşması gibi bu galaksiler de bir zamanlar tek bir yerden geliyor gibiydi.
Bu keşif büyük patlamanın ilk kanıtı olarak gösterilir. Bu keşifle beraber devam eden bir dizi gelişmelerden söz etmeye devam edelim. Hubble gökyüzünde hareket eden şeylerden gelen ışıkların dalga boylarındaki değişime bakarak bu cisimlerin hızları arasında bir bağlantı buldu. Bu bağlantıyı 18 tane gökadanın uzaklıklarını onların en parlak yıldızlarının ışınım güçlerinden hesaplayarak buldu. Galaksilerin hızları ile birbirlerine olan uzaklıkları arasında basit bir orantı keşfetti.
Birbirlerinden daha uzakta olan galaksiler birbirlerinden daha hızlı uzaklaşıyordu. Hubble bunu sayıya döktüğünde her bir milyon ışık yılı uzaklıkta galaksiler birbirinden 170 kilometre daha hızlı hareket etiğini hesapladı. Bu ”Hubble Sabiti” olarak bilinir. Sabitliğin anlamı da hızla uzaklık arasındaki uzaklığın belirli bir zamanda bütün galaksilerde sabit olduğudur. Evren genişledikçe bu sabit de değişir. Daha sonraki yıllarda yapılan gözlemlerde de Hubble sabitinin tekrar düzeltilmesi gerektiği fark edildi. Yapılan düzeltmeler ve ayarlamalarla uzaklığın bir milyon ışık yılda galaksilerin uzaklaşma hızlarının 15 kilometre olduğu düşünülüyor.
Bu bölümde değineceğimiz son mevzu ise evrenin yaşı hakkında bir sınırlama getirmek. Eğer Hubble sabitini 15 km alırsak galaksilerin birbirinden uzaklaşmaya başladıkları andan itibaren geçen zamanı 1 milyon ışık yılını 15 km/sn ile 20 milyar yıl olarak buluruz. Buna ”karakteristik genişleme zamanı” denir ve basitçe hubble sabitinin tersidir. Emin olduğumuz şeylerden birisi de genişlemenin sabit olmadığıdır.
Galaksiler oluştuktan belirli bir zamana kadar birbirlerinden uzaklaşırken kütle çekimin etkisiyle genişleme hızları yavaşlamışlardı. Yani genişlemenin sabit olmaması bize evrenin yaşı konusunda tam bir sayı vermese de bir sayı verir. O da eğer Hubble sabiti bir milyon ışık yılında 15 kilometre ise evren 20 milyar yıldan daha gençti. Bir sonraki bölümde bu bahsettiğimiz konuların matematik bölümüne değineceğiz.