Bilinç, tanım olarak, bireyin başta kendisine olmak üzere, kendi dışında kalan diğer tüm kişilere, çevresine ve çevresindeki yaşanmışlıklara, kişinin kendisini de kapsayan kainata ve yaratılışa ait farkındalığından ve yaşanan tecrübelerinden doğan, “kendinin farkında olması” fenomenidir. Tanımlamak bu kadar kolay görünmesine karşın, anlaşılması kolay bir olgu değildir. Bu nedenle onu, endirekt yollardan izah etmeye çalışmak, doğrudan anlatmaktan çok daha kolay olacaktır. Zira bilinç, daha çok öznel bir deneyimdir.
Bilinç sahibi bireylerin hem nesnel ve hem de öznel deneyimleri vardır ve bu deneyimler gerektiği gibi işlenerek, bireyin hayatını ve aldığı tüm kararları doğrudan etkiler. Bilinci, beyinde gerçekleşen iki sinir hücresi arasındaki “nörotransmitter kaynaklı iletişimler bütünü” şeklinde açıklamak, tabii ki yetersiz kalacaktır. Diğer bir deyişle bilinç, son derece karmaşık ve spesifik bir altyapıya sahipken, onu salt fiziksel bir formülasyonla tanımlayabilmek pek de mümkün görünmemektedir. Çünkü bu fikir, “nasıl olur da fiziki bir alemden, bilinç gibi elle tutulamayan, gözle görülemeyen ve tanımlanması mümkün olmayan bir oluşum doğar” sorusunu karşımıza çıkarır.
Bu soru henüz cevaplanamamış olsa da, bilim ve felsefe bu konuda kafa yormaya halen devam etmektedir. Bilinç olgusunu daha felsefi öğretilerle tanımlamak, bilimsel tanımlamalardan çok daha kolay olabilir. Doğduğumuz andan itibaren, düşük bir bilinç düzeyine sahip oluruz. Daha sonraki yıllarda, farkındalık ölçeğimiz süratle yükselir ve çevremizde olup bitenleri değerlendirir ve işlemeye başlarız. Bizim için, doğduğumuz andan öncesi yoktur. Zaman olgusu da, doğduğumuz andan itibaren çalışmaya başlar. Var oluş öncesi ise, ne yaşam ne de ölüm halidir.
Başka bir şekilde tanımlanması da mümkün değildir. İyi-kötü ya da buna benzer sıfatlarla da tanımlanamaz. Kısacası bu süreç bizim için yok hükmündedir ve hiçlik halidir. Eğer bilinci felsefe dilinde söylemek istersek, sanırım ona “ruh” dememiz icap eder. Ama kanaatimce, bu ruh kendi bedenimize has, ayrık ve öznel bir ruh değildir. Ruh (ya da bilinç) bütün gibidir, tüm dünyaya, daha doğrusu tüm evrene yayılmış olduğu söylenebilir. Birey doğduğunda, yani fiziki bir bedeni olduğunda, tam olarak bilmediğimiz bir şekilde, “bilinç” dediğimiz bu spiritüel oluşuma sahip olmaktadır. Bu, aslında, kozmik bir yasanın sihirli bir ürünü gibidir. Bu ürün, hayatı deneyimlememizi ve hayatın yaşanmaya değer hale gelmesini sağlamaktadır.
Bilinç, hayatın içinde öylesi etkin bir rolde ve öylesine yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıdır ki, kişinin onu algılayarak doğru değerlendirmesi bile alabildiğine güçtür. Varlığı, bireyin varlığıyla gayet uyumlu bir görüntü verir ve son derece müphem bir olgudur. Bir an için, bedeninizde (ya da beyninizin içinde) hayat bulan bilincinizi hayalinizde canlandırmaya çalışın. 50.000 yıl önce evrilen ve gelişmiş bir bilince sahip ilk insan türü olan, atalarımız homosapienlerden bugüne dek, kabaca 100 milyar kadar insan doğmuş ve ölmüştür. Bu insanların hepsi de, dünyaya geldiklerinde doğal bir sürecin sonucu olarak, “bilinç” kazanmışlardır. Öldüklerinde ise, büyük bir olasılıkla, bilinçlerinin kapandığı düşünülmektedir. Bu örüntü içerisinde, size sıra gelmesi için, en az elli bin yıl beklediniz.
Neden dünyaya daha önce ya da daha sonra değil de, şimdi geldiğinizi bilmiyoruz. Daha da tuhafı, çevrenizdeki yaşamı gözlemlemek için, neden bir bedene ihtiyacınız var? Herkesin kendi bilincini “ben” olarak tanımladığını biliyoruz. Ben olmak tam olarak ne demektir? Kafanızın içindeki, ağırlığı 1,5 kg bile olmayan jölemsi kıvamdaki fiziksel bir yapı, nasıl oluyor da, bedeninizi “ben” olarak algılamanızı sağlıyor? İçinde olduğunuz bedeni daha bebeklik döneminden itibaren, “ben” olarak kabul etmenizi sağlayan nedir? Neden diğer “ben” değil de bu “ben”?
Bu soruların cevaplanması gerçekten de çok zor. Çünkü henüz bilincin ya da diğer bir deyişle “benin” anlaşılması mümkün olamadı. Onu tanımlamayı, ancak sorular sormak suretiyle yapmaya çalışıyoruz. Kendi dünyamızın tamamı, yaşantımız boyunca gördüklerimiz, duyduklarımız, renk, koku, acı, sevgi, aşk gibi duygular ile, deneyimleyebildiğimiz diğer her şey, aslında ben’in ta kendisidir. Ben’in dışında kalan şeyler ise, sadece gözlemlenebilir ya da deneyimlenebilir. Örneğin diğer bireylerde de, tıpkı bizimki gibi bir bilinç olduğunu biliriz. Ama onlar bizim için ayrık varlıklar gibidir ve “diğerleri” diye adlandırılırlar. Çünkü o kişilerin öznel olan deneyimlerini bizim yaşamamız mümkün değildir. Tıpkı onların da bizimkileri yaşayamayacağı gibi. Bilinç böylesine karmaşık ve anlaşılması zor bir olgudur.
Görüldüğü gibi, bilincin tam olarak ne olduğu, bilim dünyasında tam olarak anlaşılabilmiş değil. Bu durumda fiziki dünyadan spiritüel dünyaya geçiş kaçınılmaz gibi görünmekte. Dolayısıyla, gerekli tanımlama için, felsefi öğretileri de gözden geçirmekte sakınca olmadığı kanaatindeyim. Tabii ki, bu konuda sözü filozoflara bırakmak çok daha yerinde bir tercih olacaktır. Bu defa da, Descartes’in güzel bir sözüyle bitirelim yazımızı:
“Bilinç, gerçekten var olduğumuzun tek gerçek kanıtıdır.”
Rene Descartes