Ortaokul yıllarında ailemin işi dolayısıyla köyde, benim ve kardeşlerimin ise okuyor olması yüzünden şehirde yaşıyor olmamız kardeşlerimin sorumluluğunu üzerime almamı gerektirmişti. Bir yandan okuyor, bir yandan da benden daha küçük olan kardeşlerime ana babalık etmeye çalışıyordum. Ben zaten küçücüktüm, onlara ne derece ana babalık yapabilirdim ki? Derslerin ağırlığı ve birbaşınalığın verdiği sorunlarla, orta birinci sınıfta 10’dan (o dönemde 10’luk sistemdi) aşağıya düşmeyen notlarım sonraları gitgide düşmüştü.
Lise birinci sınıfta ise ilk dönem tam altı zayıf getirmiştim. Çocuk yaşta aldığım sorumluluk, yaşayamadığım çocukluk yıllan ve kendime yakıştıramadığım, hazmedemediğim başarısızlık beni birdenbire çaresiz bir duruma soktu ve okulu bırakmaya karar verdim ve bıraktım.
Aradan yıllar geçti, arkadaşlarımın kimi doktor, kimi mühendis, kimi avukat oldular. Onlar adına sevinmiştim ama kendi yüreğimde tarifi imkansız bir acı hissettim. Ne olursa olsun okulu bıraktığıma pişman olmuştum, okumak içimde ukde kalmıştı. Hep, “Ben de onlar gibi okuyabilirdim” diye içten içe üzülüyordum ama kimseye belli etmiyordum, ama mutsuzluğum da günden güne artıyordu, hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelmiştim. Benim küçüklerim üniversiteyi kazanmışlardı.
Bir gün İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan kardeşimi ziyarete gittik. Üniversitelileri görünce içimde dayanılmaz bir okuma isteği hissettim. Üniversite kapısında fotoğraf çektirirken anneme “Ben burada okumalıyım” dedim. Annem güldü “Çok geç, sen hakkını kaybettin” dedi. Doğruydu, çok geçti. Memlekete dönünce annem laf olsun diye benim söylediklerimi babama iletmiş. Her zaman bana sonsuz güveni olan babam “Annene böyle söylemişsin, daha liseyi bile bitirmedin, lise bitecek, üniversite başarabilecek misin?” dedi. Kendime inanıyordum “Başaracağım” dedim.
O yıl lise dış bitirmelerine başvurdum. Aynı anda üç sınıfın derslerini verme ve üniversiteye girme hakkına sahiptim. Lise başvurusundan sonra bütün dünyayla ilgimi kestim ve kendimi odama kapattım. Kendime soluk dahi aldırmayacak bir çalışma planı hazırladım. Bütün odanın duvarlarını beni motive edecek güzel sözlerle donattım. Tamamen İstanbul Üniversitesi’ne yoğunlaştım. Hep üniversite hayali ile yatıp kalkmaya başladım. Yaz dönemi gelince sözel derslerimin hepsini bir girişte verdim.
O yılki üniversite sınavına girdim. Birinciyi kazandım, İkinciyi ise sınavda heyecandan bayıldığım için kaybettim. Bu arada sayısal derslerim de seneye kaldı. İkinci yılda aynı tempoda çalıştım. Sayısal derslerim için sınavda beni kurtaracak kadar kısa süreli özel ders aldım. Bütün derslerimi vermiştim. Bu arada üniversite sınavına da girmiştim. Ailemin başka yerleri de tercih et demelerine rağmen tek tercihim İstanbul olmuştu. Bir ay süreyle bütün aile heyecanla sınav sonucunu bekledik. Büyük gün gelip çatmıştı ve babam sabah erkenden müjdeyi verdi. Kazanmıştım, hem de herhangi bir yeri değil “Ben burada okumalıyım” dediğim üniversitenin coğrafya bölümünü.
Şimdi otuz beş yaşındayım ve Gaziantep’in en iyi okullarından birinde Gaziantep Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yapıyorum. Hayattaki benim için bu zor olan deneyimden sonra kendime inanmayı ve asla pes etmemeyi öğrendim. Bunu yaparken de güçlü insanları kendime örnek aldım. Birileri bir şeyler yapıyorsa ben de yaparım dedim. Çünkü olabilir olan bir şeyi yapabileceğinize kendinizi inandırırsanız mutlaka yaparsınız.
Belki bu öykü başkaları için çok basitmiş gibi görünebilir ama ben liseyi bitirebilmek için kendi başıma o kadar mücadele ettim ki aldığım diplomanın her harfinde benim alın terim var. Şu an odamın duvarında asılı bir diploma var ama bu üniversite değil, lise diplomam. Çünkü ben üniversiteyi kazanmak için dahi o kadar zorlanmadım.