Canlı vücudu sürekli bir oksidatif stres altında bulunur. Oksidatif stres oksidan ve antioksidanlar arasındaki dengesizlik olarak tanımlanabilir. Bu dengesizliğe neden olan şey ise oksijenin vücutta ikiye ayrılması ve çift halde bulunamamasıdır. Bu tek halde bulunan elektronlara ise serbest radikaller denir ve bu maddeler zehirlidir. Ancak elektronlar çift halde bulunmak isterler. Bu durum oksidatif strese yol açar ve bir sürü hastalığı da beraberinde getirir. Oksidatif stres çevre etkileriyle de oluşabilir. Örnek olarak hava kirliliği sigara – alkol tüketimi gibi. Gıdalar nedeniyle de oluşabilir: C ve E vitaminlerinin fazla alınması, fazla antioksidan alınması gibi.
Antioksidanlar başka molekülleri oksidasyon sürecinden koruyan, serbest radikalleri yok eden ve hücrenin hasarını en aza maddelerdir. Savunma sisteminin etkisini arttırarak; erken yaşlanma, kalp damar hastalıkları, kanser, parkinson hastalığı, yaşa bağlı bağışıklık sisteminde zayıflamalar gibi hastalıkları en aza indirmeye çalışırlar. Kısaca antioksidanların gerçekleştirdiği reaksiyonlar sonucunda hücre serbest radikallerin zararlı etkilerinden kurtulmuş olur.
Antioksidanlar, vücut hücreleri tarafından üretildiği gibi gıdalarla da alınabilir. Yapılan araştırmalar vücudun ürettiği antioksidanları yeterli olmayacağını gıdalardan da almamız gerektiğini gösteriyor. Yine aynı araştırmaya göre en yüksek oranda antioksidan özellik gösteren besinleri şöyle sıralayabiliriz: Bitter çikolata, ceviz, yaban mersini, çilek, enginar, ahududu, lahana, fasulye vb.
En önemli sorulardan biri antioksidanları sadece besinlerle mi almalıyız yoksa takviye ilaçlardan yardım almalı mıyız. Yapılan araştırmalar bağışıklık sistemine göre değişeceğini söylese de az oranda takviye almaktan zarar gelmeyeceğini ancak aşırı doz alımında büyük sıkıntılar meydana getirebileceğini ortaya koyuyor.