Bu yazım Albert Einstein hayatı hakkında olcak. Albert Einstein kimilerine göre dahi kimilerine göre ise deli. Bazıları onu dâhilik ile delilik arasındaki ince çizgiye koyarken bazıları ise onu evrenin tek tahtına oturtuyor. Ve her şeyin nasıl oluştuğunu evrenin nasıl oluştuğunu anlamaya çalışan meraklı bir beyin. Hatta annesine keşke dünyada olmasaydım hiç bu dünyaya gelmemiş olsaydım diye bir mektup yazan bir insan. Peki ya ben kimden bahsediyorum? Albert Einstein hayatı başlıklı makalem sizler ile.
Belki ufak tefek tahminleriniz vardır. Ama “ışık” dediğim zaman Albert Einstein’dan bahsettiğimi anlayacaksınız. Çok meraklı ve kıvrak bir zekaya sahip olan Albert Einstein’ı küçük yaşlarında onu anlayan insan sayısı çok azdı. O bu yalnızlıktan sıkılmadı aksine işine geliyordu. Çünkü merak ettiği şeylerin peşinden koşarken ardında bir engel istemiyordu. Sadece problemine odaklanmak ve onu çözüme kavuşturmak istiyordu. Başka insanların onun hakkında neler düşündüğünü umursamayan ve hatta onlarla dalga geçmeyi ihmal etmeyen bir insan. Hepimiz onu bilimle haşır neşir olarak bilirken çocuk yaşlarında Einstein bilime hiç ilgisi olmayan ve tutkusu olduğu kemanda ilerlemek istiyordu. O dönemler müzik onun için hayat kaynağıydı. Bilimle tanışması hasta yatağında babasının verdiği bir pusula ile başlamış. Yıllar sonra babasının bir gazeteye verdiği röportajda“ ona aldığım pusulaya sabaha kadar gözlerini ayırmadan baktı.” cümlesini kullanmıştır.
Olaylara dışarıdan bakan bizler onun çok yetenekli ve üstün zekâlı olduğunu düşünebiliriz ya da öğretebiliriz. Aslında bunlar yanlış. Çünkü kendisi de yetenekli olduğunu kabul etmez. Sadece aşırı derecede meraklıyım ve meraklarım doğrultusunda ilerliyorum cevabını verir.
Albert Einstein’ın bu merakı nasıl?
Bizde gün içerisinde binlerce şey merak edebiliriz. Eşim eve geldi mi? Acaba sınav notum ne? Sayısal lotoyu kazansam şunu mu yapsam bunu mu yapsam? Sayısal lotoyu kazanma ihtimalim nedir? Acaba dolar fiyatı düşecek mi? Altın fiyatları ve borsanın son durumu ne olacak? Yakında savaş olacak mı?
Bu saydıklarımı muhakkak merak edip düşünmüşüzdür. Bunun aksini iddia edebilecek birisi yok gibidir. Ama Einstein’ın merakları bizim gibi gündelik işlerimiz ihtiyaçlarımız doğrultusunda değil, onun en büyük merakı “Acaba bir ışık demetine binip seyahat etsem nasıl olur?” gördüğünüz gibi bizimkiler epeyce bir farklı.
Yeni nesil insanların çoğu artık bilgiyi direk hazır olarak almayı kabul ediyor. Sadece elit kısım olarak adlandıracağımız (en azından ben öyle demek istiyorum) sadece bilimle uğraşan kişiler olayların nedenine niçin ine göz atıyor. Ve toplumsal olarak bu algıyı kırmak için yazımda anlatacağım Albert Einstein’ı direk kitabı terimlerle ya da makale, gazete, dergilerden alınan demeçlerle anlatmak yerine olaylara karşı verdiği reaksiyonlarını düşüncelerini anlayarak anlatmak istiyorum. Yoksa onun haricinde ki her şeyi internet ortamından çok rahat bulabilirsiniz. Ama onu anlamayı internette asla bulamazsınız.
Albert Einstein günümüzde geçerliliğini koruyan sarsılmaz temeller üzerine kurulmuş birçok teorisi mevcut. Bunların ortaya çıkması ve bu kadar yıl ayakta sarsılmadan durmasının kaynağı nedir?
Bir önceki “yaratıcı düşünme teknikleri ve bilimsel yaratıcılık” yazımda düşüncenin gücünden bahsetmiştim. Albert Einstein’ın da bu teorilerin ortaya çıkması ve uzun soluklu olmasında ki en büyük etkeni düşüncedir. Biz kendi zihnimiz doğadaki bazı olayların bile nasıl olduğunu anlamakta zorlanırken o “uzayı bükersem nasıl olur?” sorusunu zihninde canlandırıyordu. Yakın dostları onun hakkında şöyle söylüyorlar;
Biz ve sizin gibi insanlar uyumak için bir zaman harcarken o ise sadece düşünmek için zaman harcıyor. Ve hatta düşünme terapileri bile yaptığı söylenmekte.
Einstein bir konuya odaklanıp onunla ilgili dakikalar, saatler, haftalar, aylar ve hatta yıllarca düşünürdü. Einstein’ın bu düşünmeleri küçük yaşlardan itibaren mevcuttu. Buna bir de merakı eklenince kendini herkesten soyutluyordu.
Albert Einstein Hayatı Kısaca
Albert Einstein eğitim hayatını tamamlayana kadar hiçbir hocası onun geleceğin dehası olacağını öngörememiştir. Zaten kendisi de okula çokça ısınabildiği söylenemez. Bunu da şu sözleriyle dile getirmiştir. “Eğitim, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.” Şeklinde açıklamıştır. (Zaten şuanda uygulanmaya çalışılan ya da komisyonlar tarafından yeni tasarlanan programlarda eğitimin artık yavaş yavaş sınıf dışına çıkarılmaya çalışılıyor.) 1896′da Zürih Politeknik Enstitüsü’ne (ETH) girdi. Üniversite hayatı boyunca sıkıldığı hiçbir derse girmemiştir. İlgisini çeken tüm derslere sınıf fark etmeksizin girip dinlemiştir. Söz konusu ışık olunca hararetli tartışmalara bile girmiştir hocalarıyla. Sizlere çok kıvrak bir zekâya sahip olduğunu söylemiştim. Şimdi sizlere belki biraz klişe olacak ama bir profesörle girdiği hararetli tartışmaya örnek verelim;
Profesör kürsüde afallamıştır. Fizik yasalarından hareket ederek bu soruları soran ve cevapları vererek profesörü allak bullak eden genç öğrencinin adı Albert Einstein’dır.
Ama ne yazık ki Albert Einstein üniversiteyi bitirdikten sonra bir iş bulamaz. Babası birçok profesöre Einstein adına asistanlık yapması için mektuplar yazdı ise de hiçbirinden olumlu cevap gelmedi. Albert Einstein farklı meslekleri bile yapmaya karar verdi.
Şöyle de bir örnek vermek istiyorum. Çünkü çok hoşuma gidiyor. Bizim bugün “big bang” olarak adlandırdığımız teorinin isminin çıkış noktası şöyledir. Einstein izafiyet ve görelilik teorilerini açıklayınca herkes bu adamı merak etmeye başladı. Bir gazeteci yolda onu tesadüfen gördü ve röportaj yapmak istedi. Röportaj sırasında gazeteci evrenin oluşum teorisine bir isim verdiniz mi diyerek sorar. Düşünüyorum ama bulamadım tarzında bir şey söyler. O sırada yoldan geçen vatandaş oldu olacak big bang ( büyük patlama) de de olsun der. Einstein da kendisini hiç bozmadan bakın işte teorimin adı bulundu diyerek röportaja son verir.
Hayat sigortası satmaya bile çalışmış. Düşünsenize kapınız çalıyor size sigorta yapmak istediğini söyleyen Albert Einstein? Bu işte de pek başarılı olamadığından veya istemediğinden dolayı ayrılır. 1902 yılında ruhsal bir bunalım geçirir.
Yakın arkadaşlarından birisi ona İsviçre Bern şehrinde bir iş bulur. Bulduğu iş ise İsviçre patent kurumunda patent memuru olmaktı. Geleceğin dehası dünyayı değiştiren olguların başkahramanı memur oluyordu. Albert bu durumdan memnun sayılırdı. Çünkü düşünmek için bolca zamanı oluyordu. Ayrıca 6 gün çalıştığı kurumda önüne gelen yaratıcı icatları projeleri incelemek onu bir hayli geliştirmişti. Dosyalarda gelen fiziksel ve matematiksel olguları analiz edip en basite indirgemesi gerekiyordu. Buda onu geliştirmişti. Ve bunları çok hızlı yapıyor geri kalan zamanında da sadece düşünüyordu. Her ne kadar asıl mesleği olmasa da bu iş ona birçok şey kazandırmıştır. Patent kurumunda çalıştığı sürelerde 1905 yılında bir makale yayımladı. Makalesi ışıkla ilgili ve ışığın fotonlar olarak adlandırdığı küçük paketçikler olduğunu anlatıyordu. Bu makalesi bile o dönem için çığır açmıştı. Aynı dönem atomlar hakkında bile makale yayımlamıştır. O dönem de daha atomlar var mı yok mu diye tartışmalar sürerken bizim genç bilim adamımız bununla ilgili çoktan makale yayımlamıştı.
Einstein Bern de şehri gören saat kulesi önünden otobüse biner. Otobüste arkaya bakarak acaba otobüs ışık hızında gitse ne olur? Sorusunu kafasında canlandırıyordu. Ve otobüsün ışık hızında hareket edince saat kulesinin üzerindeki akrep ve yelkovan duruyor gibi gözükecekti cevabıyla karşılaştı. Bu da boşlukta ne kadar hızlı ilerlersek zamanın o kadar yavaş ilerleyeceğinin kanıtıydı.
1907 yılında ise izafiyet teorisi olarak bir makale yayımladı. Ancak kısa bir süre sonra makalede biraz farklılıklar yaparak özel izafiyet teorisi olarak yeniden yayımladı. Başına özel getirmesinin bir sebebi vardı elbette. İlk yayımladığı izafiyet teorisi sadece sabit hızlar için geçerliydi. Ama Einstein da biliyordu ki dünya da hiçbir şey sabit değil aksine hızlanarak devam ediyordu. Bunun için teorisini tüm evreni kapsaması için yeniden düzenleyerek özel izafiyet olarak yayımladı.
Albert Einstein tüm bu makaleleri yayımlarken hiç kimse ondan haberdar değildi. Yayımladığı bu teoriler ise kabul görmüyordu. “The Annalen der Physik” dergisinin editörü olan teorik fizikçi olan Max Planck Einstein’ın bu makalelerine göz atar. Makaleleri okuyunca burada bir şeyler var diyerek onunla tanışmak istemişti. Max Planck aslında çamura saplanmış olan elması bulmuştu. Şimdi onu sadece çamurundan temizleyip parlatarak gözler önüne çıkaracaktı.
Newton yerçekimi ile ilgili denklemlerini yazmış ve onu tanımlamıştı. Serbest bırakılan bir cisim yere doğru hareket edecekti. Her ne kadar tüm kitaplarda ve yazılarda Newton’un yerçekimini elma ile bulduğu söylense de bu aslında sadece şehir efsanesidir. Çünkü Newton yerçekimini bulurken ya da uğraşırken şunu hayal edip düşünmüştür. “Acaba ayı ip ile dünyadan çeksem ne olurdu?” sorusu üzerine yerçekimi kanuna ulaşmıştır. (TÜBİTAK, dünyayı değiştiren 5 denklem sayfa 9-67) Newton şunu söylüyordu bir nesne yere düştüğü zaman bunu sebebi onu aşağıya doğru çeken yerçekimi kuvvetidir. Ama nesneler çekildiği için değil itildiği için hareket eder. Pe ki bunu iten nedir? Bu sorunun cevabını Newton da bilmiyordu. Ama Einstein bu soruyu kafasına bir kere takmıştı. Bunun üzerine düşünüyordu. Bununla ilgili beyninde bir düşünce deneyi gerçekleştirdi.
Ofisinin camından dışarıya bakarak karşı binanın çatısında işçilerin çalıştığını düşünüyordu. Ve işçilerden biri aniden yere düştüğünü varsaydı. Yere düşen adam ağırlığını hissetmeyecekti. Yani ağırlıksız olacaktı. Şimdi bu adamı asansör içine koysak ve asansörün ipini kessek ne olurdu? Adam asansörle aynı hızda aşağıya düşecekti. Yani yine ağırlığını hissetmeyecekti. Bu durumda yerçekimi kapatıldığını ve kapalı bir ortamda var olduğunu gösteriyor. Bunun için ise uzayın bükülmesi gerekiyordu. Tüm bunların ışığında Albert uzayın bükülebildiğini söylüyordu. Bu o dönem için bir çılgınlıktı. Albert yeni bir kuramın eşiğindeydi. Bu teorisiyle Newton’un açıklayamadığı tüm her şeyi açıklamak ve en önemlisi evreni açıklamak istiyordu. Bu teorisinin adı ise genel izafiyet teorisiydi.
O dönemde eğer bir teori ispatlanmıyorsa o bilim değildir. Sadece bilim kurgudur. Anlayışı hâkimdi. Yani edebiyatta olan sanat sanat içindir anlayışına benzer bilim sadece bilim içindir anlayışı hâkimdi. Einstein bu teorisini kanıtlayıp dünyada yeni bir dönem açmak istiyordu. Bunun için önündeki tek engel teorinin ispatlanmasıydı. Bu teorinin ispatlanabilmesi için güneş yakınında bir ışığa bakmak gerekecekti. Güneş çok parlak olduğu ve çevresindeki bu sapma görülemeyeceği için farklı bir durum olması gerekirdi. Bunun için en ideal zaman ise güneş tutulması idi.
Güneş tutulunca bu teori nasıl ispatlanacaktı?
Cevap çok basit tabi ki, Einstein ışığın kırıldığını söylüyordu. Yani biz güneş tutulmasında aynı açıyla gökyüzünü fotoğraflarsak yıldızların fotoğraflardaki konumuna göre sapma miktarlarına bakılacaktı. Einstein bu sapma miktarının 0,83mm olarak hesaplamıştı. Sonuna da şöyle ekledi 1mm daha az miktarda sapma olacaktır. Milyarlarca km genişliğindeki evrende bir ışığın sapma miktarını en ince ayrıntısına kadar hesaplayabilen bir beyin işte.
Bunun için devreye daha önceden birkaç kişi girse de bu olayın ispatlanmasında Arthur Stanley Eddington devreye girer. Aslına bakılırsa Eddington’ın bu teoriden haberi yoktur. Eddington’ın yakın arkadaşı olan ve Hollanda da yaşayan Willem de Sitter tarafından kendisine bir zarf gönderilir. Zarfın içinde genel izafiyet teorisinin İngilizce çevirisi de bulunmaktaydı. Eddington bu teoriyi görür görmez ilhamına kapılmış ve bir sonraki güneş tutulmasının yerini hesaplayarak burada gökyüzünün fotoğraflarını çekmeye başlamış asistanı ile. Çekilen fotoğraflar oryantasyon noktaları ile tek tek belirlenerek x,y koordinat sistemine aktarılmış. Diğer fotoğraflar içinde aynısı yapılınca yıldızların x,y koordinat sistemlerinde sapmalar olduğunu kanıtlamış ve uzayın da cisimlerin ağırlıklarına göre bükülebildiği kanıtlanmış oldu.
Bu konunun anlaşılabilmesi için sizlere bir film paylaşmak istiyorum. İzlemdiyseniz zaman ayırıp muhakkak izlemenizi tavsiye ederim.
Filmin adı “Einstein and Eddington”
Albert Einstein 1919, 1920 yıllarında Nobel ödülleri komisyonu tarafından ret edilmiş ancak 1921 yılında ise Nobel ödülünü almıştır. Ama bu ödül izafiyet teorisi ile ilgili değil fotoelektrik olayla ilgili almıştır. Ayrıca Einstein Nobel ödüllerinden aldığı parayı daha önce sözleşme ile boşandığı eşi Mileva’ya vermiştir.
Einstein Türkiye İlişkisi
1949 Kasımında Amerika da öğrenimi sürdüren Münir Ülgür ile Albert Einstein arasında manidar bir sohbet geçer. Ülgür’ün Türk olduğunu öğrenen Albert Einstein Atatürk’ü kastederek “Biliyor musun dünyanın en büyük liderine sahipsin” demiştir. Sohbetin sonunda Einstein şok bir durumu gündeme getirir “Atatürk 1930’lu yıllarda Türkiye de ders vermem için beni davet etmişti ama olmadı.” dedi. Ülgür çok şaşırmıştır böle bir fırsatın kaçtığından dolayı da içi burulmuştu. Gerçek öykü içinde öyküdür yıllar sonra başbakanlık arşivlerinde tesadüfen bulunan bir belge ile aydınlanır. 1930’larde Yahudi nüfusu koruma birliği şeref başkanı sıfatı ile Albert Einstein Atatürk’e ekselansları sıfatıyla bir mektup yazmıştır. Mektupta Nazi tehdidinde bulunan 40 kadar bilim adamını hiçbir ücret talep etmeden Türkiye de eğitim vereceğini yazmıştı. Gariptir ki düşünceleriyle teorileriyle dünyanın aklını bulandıran kimilerinin dahi kimilerinin şeytan dediği muazzam fizikçinin mektubu dönemin başbakanı ismet İnönü nün önüne geldi. Bilime merakı bilenen ismet İnönü mektubu eğitim bakanına havale etmiş. Ardından mektubun üzerine” teklif şartlara uygun değildir. Kanunlarımız müsait değildir” yazılmıştır.
Bu notun düşülmesine rağmen nasıl olurda aynı tarihlerde Yahudi bilim adamları Türkiye’ye gelmiştir. Durum sonraları anlaşılır. 1933 de üniversite reformu üzerine çalışmalar yapan Atatürk mektuptan haberdar olmasıyla yahudi bilim adamları Ankara ve İstanbul üniversitelerine akın akın gelmeye başladılar. Einstein’e de davet bu dönemde yapılır. Davete kendisi katılmadı ancak meslektaşlarını göndermiştir. Böylelikle 40 alman bilim adamının değil Türkiye’nin kaderini bir mektupla değiştirmiş oldu. Sadece elini atmasıyla bunları yapa bilen bir insan ya gelseydi ya Türkiye’de yaşasaydı çalışmalarını burada yapıp kültürümüzle sıvansaydı nasıl olurdu? Bu sorunun cevabını asla öğrenemeyiz ancak biliyoruz ki bilim ve fizik alanlarında çok daha ileride olacağımız kesindir.
Albert Einstein‘ın Bilimsel Çalışmaları
- Özel görelilik kuramı
- Genel görelilik kuramı
- Kütle-enerji eşitliği (E=mc²)
- Fotoelektrik etki
- Brown hareketi ve istatistiksel fizik
- Bose-Einstein istatistiği
- Kuantum fiziği ve belirsizlik ilkesi
- Birleşik alan kuramı
- Kozmoloji
Bu yazımda Albert Einstein hayatı hakkında bilgi verdim. Diğer yazımda görüşmek üzere.