Gelişmekte olan ülkelerdeki sanayileşme ve kentleşmeye paralel olarak insan nüfusunda meydana gelen hızlı artış; kişi başına düşen enerji ihtiyacını önemli derecede arttırmakla birlikte insanların her alanda enerjiye olan talebinin hızla artmasına neden olmuştur.
Dünyada, enerji üretiminde kullanılmak üzere yeni ve büyük yakıt rezervlerinin bulunmaması durumunda; tükenebilir enerji (fosil) kaynaklarından Petrol rezervlerinin 2050, doğalgaz rezervlerinin 2070 ve Kömür rezervlerinin ise 2170 yıllarında tükeneceği varsayılmıştır. Bu varsayım, küreselleşen dünyada enerji ve enerji üretimine olan ilgiyi arttırmış, enerji üretiminde kullanılan yetersiz kaynakları uluslararası politikalara yön veren bir amaç haline getirmiş ülkelerin; yeni enerji üretim alternatiflerine yönelmelerine neden olmuştur.
Dünyada enerji üretiminde kullanılan kaynak veya yakıtları:
- Termik Kaynaklar(Kömür, Petrol ve Doğalgaz)
- Nükleer Kaynaklar(Uranyum, Toryum ve Plütonyum)
- Hidrolik Kaynaklar(Denizler, Göller ve Akarsular)
- Diğer Kaynaklar(Güneş, Rüzgâr, Hidrojen, Jeoter.)
Şeklinde sınıflandırabiliriz. Bu kaynaklardan; termik ve nükleer kaynaklar; tükenebilir enerji kaynakları, hidrolik ve diğer kaynaklar ise yenilenebilir enerji kaynaklarıdır.
Termik kaynaklar, hidrolik kaynaklar, diğer kaynaklar ile nükleer kaynaklar arasındaki avantaj ve dezavantajları iyi analiz edersek, öyle zannediyorum ki sağlıklı bir sonuca varabiliriz.
Enerji üretiminde; kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlarla çalışan termik santraller çevreye ve atmosfere pek çok zararlı gazlar bırakırlar. Bu zararlı gazlar; karbondioksit (CO2), azotoksitler (NOx) ve kükürtdioksit (SO2) gibi gazlardır.
CO2 gazı; sera etkisine (atmosferin ısınmasına) neden olmaktadır. NOx ve SO2 gazları ise; asit yağmurlarına neden olmaktadır. Asit yağmurları; göllerdeki doğal yaşamı tehdit etmekte, bitki örtüsünü, ormanları, tarımsal alanları, metalik ve betonarme yapıları geri dönüşü olmayan bir biçimde olumsuz etkilemektedir.
Termik (kömür) santrallerinin kül ve duman olarak çevreye vermiş oldukları emisyonlar içerisinde bulunan Uranyum ve Toryum gibi radyoaktif maddelerin sebep olduğu radyasyon kirliliği; aynı radyoaktif maddelerin kaynak olarak kullanılmasıyla enerji üreten Nükleer Santrallerde oluşan radyasyon kirliliğinden 100 kat daha fazla olduğu gözlenmiştir.
Tükenmez (yenilenebilir) enerji kaynaklarıysa, yoğun enerji üretmezler. Bu kaynakların, coğrafi konum açısından her yerde bol miktarda bulunma olasılıkları da düşüktür. Bu kaynakların tek olumlu yönleri; yenilenebilir, yani “tükenmez” olmaları ve doğal kaynak olmaları nedeniyle çevreyi kirleten zararlı atık veya gazları olmamasıdır.
Nükleer yakıtlarla çalışan “nükleer santraller”; yoğun enerji kaynaklarıdır. 1 (kg) nükleer fisyondan (Nükleer yakıt olan radyoaktif maddenin (U235) parçalanması olayı) 90*106 (MJ)’luk enerji elde edilirken, 1 (kg) Linyitten 14-19 (MJ) , petrolden 45-46 (MJ), Hidrojenden 121 (MJ) ve 1 (m3) doğalgazdan ise 39 (MJ) enerji elde edilir.
Nükleer santraller; çevreye en az zarar veren, uygun fiyatlarla sürekli enerji üretimi sağlayarak yoğun bir şekilde enerji üreten santrallerdir. Nükleer santraller, sanılanın aksine çevre dostudur ve enerji üretme verimliliği yüksektir.
Bugün dünyada bulunan 100 (MW)’ lık bir nükleer santralin her yıl yaklaşık olarak 2 Milyon Ton petrol tasarrufu sağlayarak, bu tasarruftan yaklaşık olarak 2,5 Milyon Ton’luk karbondioksit (CO2) emisyonunu engellediği ispatlanmıştır.
Bugün dünyada; 32 ülkede toplam 443 Nükleer Santral faaliyet göstermektedir. Dünyada bulunan 443 nükleer santralinin her birinin 100 (MW) ‘lık olduğu varsayılırsa; Bu durumda; (443*2 milyon ton) petrol tasarrufu ve bu tasarruf sonucunda (443*2,5 milyonton) karbondioksit (CO2) emisyonu engellenmiş olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nükleer enerji; çevresel açıdan avantajlarının yanında, ekonomisi ve temininde güvenilirlik gibi avantajları, taşıdığı risklerin düşüklüğüyle diğer enerji kaynaklarının yerine tercih edilebilecek bir enerji kaynağıdır.
Nükleer santral kurulmamış ülkelerde, nükleer enerjiye karşı bir ön yargı bulunmaktadır. Bu ön yargı, nükleer teknolojinin daha etkin bir şekilde tanıtımı ile kamuoyu yeterince bilinçlendirilerek ancak ortadan kaldırılabilir.Başka bir deyişle, nükleer teknolojiye karşı tutumlar ideolojiktir. Bu ideoloji; nükleer teknolojiyi kapitalizmle eş tutmaktadır. Onlara göre; nükleer teknoloji çok fazla miktarda “kapital” ve paralelinde “kapitalizm” anlamına gelmektedir. Oysa bugün, tesis halindeki nükleer santrallere en fazla sahip olan ülkeler, “sosyalist” ülkelerdir.
Nükleer enerji, dünyadaki enerji problemlerinin tek çözümü değildir ancak çözümün önemli bir parçası olduğu da asla unutulmamalıdır. En nihayetinde; nükleer çağda, nükleer teknolojiye, nükleer santrallere ve dahi nükleer enerjiye sahip olma gerekliliği aşikardır. Meseleye, bir nükleer enerji veya nükleer santral kazanımı olarak değil, bir “nükleer teknoloji” kazanım projesi olarak bakılmalıdır.