Hocanın evine hırsız girmiş bir gün. Evi soymuş soğana çevirmiş. Ertesi sabah hoca vermiş feryadı “aman komşular yetişin evimi soymuşlar diye” tabi herkes hocanın başına toplanmış. Geçmiş olsundan sonra başlamışlar laf söylemeye. Aman hocam neden kapını kapatmadın… İnsan hiç duymaz mı ne kadar ağır uykun varmış öyle… Ya arada bir kalkıp baksaydın… Hoca bu laflara iyice sinirlenmiş ve yapıştırmış cevabı: “yahu komşular tamam anladım ben suçluyum da hırsızın hiç mi suçu yok.”
İnsanoğlunun yaşadığı her alanda muhakkak bir tehlike söz konusu mevcuttur. Bu tehlike ise en fazla yoğun olarak geçirdiği ortamlarda mevcuttur. Dünya üzerinde 7 milyar insan mevcut. Ve bunlardan milyarlarcası her gün ekmek parası derdinden koşuşturuyor. Kimisi ofiste, madende, kimisi yolda, tarlada, atölyede v.b. Arap, Türk, İngiliz, Kürt, Rus, Japon, Müslüman, Yahudi, Budist… Hiçbir ayrım olmadan insanlar sürekli her gün iş dünyasına adım atıyorlar. Yaptıkları meslekler, yaşadıkları coğrafyalar, etnik kökenleri, dinleri ne olursa olsun. İnsanın en fazla vakit geçirdiği yer iş dünyası oluyor. Bu da insanın en sık tehlikeyle karşı karşıya kaldığı yer olarak iş ortamı olduğu görülüyor.
İş Güvenliğinin Tarihi
Biraz şöyle geriye gittiğimiz zaman iş güvenliğinin M.Ö. gittiği görülür. Çok eski çağlardan beri insanlık âleminde işçi ve işyeri kavramı vardır. İşçinin olduğu her yerde de işçi sağlığı ve iş güvenliği de önemli bir konu olarak ele alınmıştır. Özellikle sanayileşme ile birlikte son derece önemli bir konu haline gelmiştir. Kömürün bulunması, buharın teknolojik anlamda kullanılması ile birlikte işçi sağlığı ve iş güvenliğinin önemi artmış, Rönesans ile birlikte gelen sanayi devrimi ve daha sonraları Petrolun bulunmasıyla konu iyice önem kazanmıştır. 20. yüzyılda kimyasallardaki önemli gelişmeler ise bu konuyu daha da önemli hale getirmiştir.
Avrupa ve ABD de tarihi gelişim şu şekilde olmuştur. İş güvenliği ve iş sağlığı ile ilgili ilk yazılı kaynaklar ünlü düşünür Heredot’a kadar dayandırılmakta birlikte, 1833 yılında İngiltere’ de çıkarılan Fabrikalar Yasası ilk önemli yasa olarak görülmektedir. Bu yasa ile çalışma süresi 10 saate indirilmiş ve 9 yaşın altındaki çocukların çalışması yasaklanmış, 18 yaşın altındaki çocukların ise gece çalıştırılması yasaklanmıştır. 1842 yılında çıkarılan yılında çıkarılan yasa ile kadın ve çocukların maden ocaklarında çalıştırılmaları yasaklanmıştır. 1844 yılında fabrikaların işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Fransa‘da da aynı zamanlarda benzer yasalar çıkarılmıştır. İş güvenliği ve işçi sağlığı konusunda özellikle Bernardino Ramazzaini‘nin çalışmaları İtalya’da önemli kazanımlar ortaya çıkarmıştır. İş kazalarına uğrayanlara tazminat ödenmesi ilk olarak 1885 yılında Almanya ‘da uygulanmaya başlandı ve kısa zamanda tüm Avrupa’da ve Amerika ‘da yaygınlaştı.
Aynı tarihlerde Osmanlı Devleti içinde bu konudaki gelişmelere bakıldığında çok fazla bir şey bulmak mümkün değil. Bunun en önemli sebebi ise sanayinin olmayışıdır. Fabrika denilecek büyüklükte işyeri sayısının çok az olması bu konudaki çalışmaların gecikmesine neden olmuştur. 1865 yılında çıkarılan ‘’Dilaver Paşa Nizamnamesi’’ kömür madenlerinde çalışan işçiler için çıkarılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde ise ilk 1920’lerde İktisat Vekili Mahmut Celal Bey bazı yasaların çıkmasına öncülük yapmıştır. 1936 yılında ilk olarak 3008 sayılı iş yasası yürürlüğe girmiş ve sırasıyla 1967 yılında 931, 1971 yılında 1475, 2003 yılında 4857 ve 2013 yılında 6331 sayılı yasalar kabul edilmiştir.
İş güvenliğini kısaca tanımlamak gerekirse; işçinin can emniyetini ve beden sağlığını korumak, işverenin maddi kaybını engellemektir (uygulandığı zaman). Günümüz ülkesinde maalesef bu bilinci kişilere anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Türk insanının bilincinde bu tarz işler boştur. Herkes yıllarca o işi yapmıştır ve bir şey olmamıştır. Bu görüş ülkemizde iş kazasından her 2 saatte yaralanan ve her 6 saatte bir ölüm gerçekleşen kişiler içinde geçerliydi.
Geçen günlerde ülke gündemini sarsan maden faciasının asıl sebebini araştırdığınızda bunun bir iş güvenliği ihmali olduğunu görürsünüz. Ben bir iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olarak şundan eminim ki orada çalışan kişilerde yıllarca böyle çalışmış ve bundan sonrada bir şey olmayacağı kanaatindeydiler. Gittiğimiz firmalarda olduğu gibi. Yanıcı maddelerin yanında sigara içtiğiniz zaman, çalışır durumdaki makineleri kapatmadan bakım yapmaya çalıştığınızda, yükseğe çıkarken zahmetli diye emniyet kemeri takmadığınız zaman, inşaatlarda baret giymediğinde, yük kaldırırken” erkek adamım bana bir şey olmaz” deyip rekora koşmaya çalıştığın zaman… Hiç bir şey olmamıştır o zamana kadar. Ta ki yangına sebebiyet verip birçok kişiye ve maddi zarara sebep verdiğin, düşüp hayatına mal olduğun, ortamdaki kimyasallardan dolayı zehirlendiğin v.b. kadar. İşte o vakit yıllarca gerçekleşmeyen bir tehlikenin birkaç saniye ihmalkârlıkla nasıl gerçekleştiğini ve o andan itibaren geri dönülmez hatalara mal olduğunu maalesef iş işten geçtiğini göreceğiz ve bu konuda keşke demekten başka bir şey yapamayacağız. Olacağı vardı diyip yaptığımız hatalara kılıf uyduracağız. Oysaki bunun kendini bir binadan atmak ya da kafana sıkmaktan farklı olmadığını maalesef ki düşünmüyoruz. Bu tedbirsizliğin sonucunda sağlığımızı yitirdiğimiz zaman onu geri kazanmak için yapacağımız harcamalar, sıkıntıya sokacağımız insanlar, harcayacağımız vakit hiçbir şekilde hesaba katılmıyor.
Nasrettin hoca fıkrasında çıkartılacak çok ders var aslında. Evet hırsızın suçu var lakin bizim tedbirsizliğimizin sonucu olarak o hırsız bir gece ansızın hayatımıza mal olduğu vakit hırsızın suçunun ne önemi olur …?