“Can machines think?” (Makineler Düşünebilir mi?) Bu soruyu önceki yazılarımdan duymuşsunuzdur. Bu soruyu yapay zekanın kurucularından olan Alan Turing sormuştu. Bu yazımızda ise 3 deney testine değineceğiz. Biri Alan Turing’in bilinen “Turing Testi”, biri Cahit ARF’ın basit deneyi ve deney makinesi, diğeri ise Karl Von Frish’in “arıların dansı” deneyidir.
Öncelikle ilginç ve muazzam olması sebebiyle arı deneyinden başlayalım hem de kafamızda ki önyargılar da kalkmış olur. Karl, bir biyolog olarak hayvanlar üzerinde araştırmalar yaparken sürekli gördüğü ama dikkat etmediği için anlayamadığı sezgisel bir anomalinin aslında harika bir devinim olduğunu keşfediyor. Bu sırrı keşfettiği hayvan ise arı. Arıların uçarken sürekli olarak yaptığı salınım ve dans hareketlerine bir mana yüklüyor. Ve bu keşfi sayesinde nobel ödülünü kazanıyor. Keşfettiği sezgisel anomali ise garip. Besin bulmakta uzmanlaşmış bir arının kovana döndüğünde kovanın önünde özel bir dans yaptığı gözleniyor.
Karl Von Frish Arıların Dansı Deneyi
Gösterdiği bu özel dans daha sonra diğer tüm arılar tarafından yapılarak söz konusu besin kaynağının yere yönelmektedir. Besin ile kovan arasındaki fark eğer 50 m den fazlaysa dans şablonu yassı bir 8 şeklinde olmaktadır. Dans sırasında 8 sayısını oluşturan iki yarım çemberi ayıran çizgiyi çizen arı, gövdesinin arka kısmını hızla oynatmaya başlar. Kovanın dikey yarıçapları üzerinde bu oynak yolunun doğrultusunun dikeyle yaptığı açı, besin kaynağının yönünü belirler. Biri kovanla besin kaynağı bileştiren doğru, biri kovanla güneşin güney açısı noktasından geçen doğrudur. Kovanla kaynak arasındaki mesafe ise dansın hızıyla belirlenir.
Bu deney başka bir deneyle kanıtlanmıştır ki robot bir arı kovana gönderilmiş ve tespit edilen hareketleri yapması sağlanmıştır. Sonuçta arılar robot arıya uymuş ve onun istediği yere gitmişlerdir. M. Lindauer, bir peteği bu sebeple yaklaşık 120 arının yaptığını ispatlamıştır. Peki arıların bal peteğini altıgen yapması rastgelelik mi yoksa bir zeka ürünü mü? Eğer kare, üçgen, dikdörtgen gibi şekillerle yapsalardı daha az bal depolamış olacaklardı. Ama sanki bize daha çok bal vermek için en tasarruflu cisim olan altıgeni seçmiş ve olabilecek en çok balı sığdırmak için bir yol belirlemişlerdi.
Eğer çember veya beşgen olsaydı boşluk fazla olacak ve daha az bal depolanacaktı. Altıgenin çevre uzunluğu ise daha azdır. Dahası bu petekler dışarı akmaması için yatayla 13 derecelik bir açıyla dizayn ediliyor. Peki bunu arı kendi zekasıyla mı yapıyor. Hayır. Araştırmalara göre arılar bunu içgüdü yani bizim değimimizle yaratılmada önce kendisine bir kodlama yapıldığı için yapıyor.
Karıncalarda da benzer deneyler yapıldı. Ölen bir karıncanın salgıladığı kokulu bir hormonu duyan diğer karıncalar onu tutup yuvadan dışarı atıyorlar. İnsanlar ise bu salgılayıp yaşayan bir karıncaya sürüp yuvaya koyuyorlar. Sonuç, yine yuvadan atılıyor. İşte bu da en kesin kanıtı. Yani hayvanlar düşünemiyorlar. İç güdülerle hareket ediyorlar ki içgüdü de yaratılıştan gelir. Düşünme zaten aklın habercisidir. Bir maymun yüksek bir yere çıkması için bir tahtanın üstüne basıp çıkabilir ama bunu geninde yüklü güdülerle yapar. Tahta yerine keskin bıçak koysanız bile yine aynısını yapmaya kalkışacaktır.
Cahit ARF’ın Basit Deneyi ve Deney Makinesi
Cahit ARF ise hayvanlar düşünemiyorsa makineler nasıl düşünsün diye bir soru da sormuştur. Aynı soruyu bazı insanların bazı durumları için de soran var. Peki Cahit ARF ne demiş bu konuda? Meselâ bir insan kendisine söylenen değişik sözlere, yani maruz kaldığı değişik etkilere değişik sözlerle mukabele eder ve bu mukabeleler o insanın düşündüğünü gösteren tezahürler olur. Bu tarzda davranış gösteren ve bir bakıma düşünen basit makineler sizin hayatınıza girmiştir. Meselâ bir zilli saat böyle bir makinedir.
Saate meselâ beni saat dörtte uyandır diyorsunuz, tabiî saate bunu kendi dili ile söylüyorsunuz, yani arkasındaki ibreyi dörde getiriyorsunuz, saat de size cevabını kendi dili ile veriyor, yani dörtte zilin nefesi tükeninceye kadar, veya siz uyanıp ta saate anladım deyinceye, yani düğmesine asıncaya kadar çalmak suretiyle cevap veriyorsunuz. Ama diyeceksiniz ki ben bu işi bekçiye söylesem bekçi saat dörtte kapıma vurduğu gibi uyanmadığımı müşahade ederse başka vasıtaya müracaat etmeyi düşünerek beni tartaklayarak da uyandırır.
Zilli saat ise bunu düşünmez. Fakat zilli saatte de bir tertip ilâve etmek suretiyle onun da uyanmamamız halinde başka vasıtaya müracaat etmesini, meselâ başımıza bir bardak su boşaltmasını temin etmek kabildir. Yine bu mahiyette düşünen makine misali her gün kullandığımız otomatik telefondur. Telefonun kulaklığını kaldırıyorsunuz; bu, makineye kendi dilince konuşmak istiyorum demektir. Makine size kendi dili ile düüt diyerek hazırım kimle konuşmak istiyorsun diyor, siz cevap veriyorsunuz, Abdullah’la görüşmek istiyorum diyorsunuz; ancak makinenin dilinde Abdullah’ın ismi çevirdiğimiz numaradır. Makine size ya gırr diyerek çağırıyorum diyor, yahut ta düüt düüt diyerek işi var, görüşemez diyerek cevap veriyor. Şimdi belki de haklı olarak bu misalde makinanın yaptıklarına basit te olsa düşünme gözü ile bakamayız, bunları olsa olsa reflekslerle mukayese edebiliriz diyeceksiniz. Fakat bunun ileri safhası düşünme olarak algılanabilir.
Alan Turing – Turing Deneyi
Turing ise şöyle bir bilindik deney yapıyor. Oyunda başarılı olabilen bir makinenin düşündüğünü kabul etmemizi öneriyordu: “Sorgucu” adını verdiğimiz bir insan, yazılı mesajlaşmaya izin veren bir sistemle A ve B adında iki oyuncu ile yazışmaktadır. A ve B’den birisi bir kadın, diğeri ise bir erkektir. Erkek oyuncu sorgucuyu diğer oyuncunun değil, kendisinin kadın olduğuna ikna etmeye çalışır. Rakibi olan kadın da (haklı olarak) kadın olanın kendisi olduğunu savunacaktır. Belirli bir süre sonunda sorgucu oyunculardan hangisinin gerçekten kadın olduğu kanaatine vardığını açıklar. Oyun defalarca oynanır. Bu senaryoda erkek oyuncunun yerine aynı oyunu oynamaya (dişi bir insan taklidi yapmaya) programlanmış bir bilgisayar koyduğumuzda sorgucunun başarı oranı artmazsa bilgisayarın “düşündüğü” sonucuna varmamız gerekir.
Turing Testi
Turing testi budur: Dış görünüşten etkilenmememiz için saf zekâyı yalnız bırakan bir ortamda insanla makineyi yarıştırır (İlginç şekilde, günümüzde robotları giderek daha başarılı şekilde insana benzetebiliyoruz, ama ben de Turing gibi işin özünün bu olmadığı kanısındayım). Her konu konuşulabilir ve bilgisayar tümünde insan düzeyinde performans göstermelidir.
Sonuç olarak eğer düşünmek belli sinir yapısının fonksiyonel olarak işlemesi ise evet düşünebilirler. Ama düşünmek (bizim, insanların bahsettiği düşünmek) bundan fazlası olsa gerek. Akıl burada devreye girer. Düşünme yani think, insanda antikontrol olarak aklın güdümüyle hasıl olur. Bu da think için bir akıl yaratmak olur ki bizim için bu imkansızdır. Hayvanların aklı olmadığından onlardan daha iyi düşünen ya da mental güce sahip makineler yapabiliriz. Çünkü hayvanların beyni belli kodsal ve fonksiyonel girdilerle çalışır. yani bir fare bir kapan görse bunu bir aptal gibi deneyerek veya yakalananları gözlemleyerek kapanın ne olduğunu anlar. Ve adını da koyamadığı tehlikeli şey adında bir hormon salgılar.
Zararlı mı zararsız mı gibi 0-1 li mantık sorusuna 1 diyecektir. İşte bunun çok benzerini biyomekanik bir makinede de yapabilirsiniz. İnsan gibi üreten ve olmayanı bulan ve sorgulayan bir makine imkansıza yakındır. Bütün mesele de bu değil midir zaten? Düşünmek demek insan olmaktır halihazırda. Matematik biliminde mantık konusu soyut mantık ve somut mantık olarak ikiye ayrılır. İstisnadır ki soyut mantığı bir robotta uygulayabilirsiniz.
Ama bu yine düşünmek olmayacaktır. Bir makine F = m.a’yı sıfırdan bulamaz ama bu formülle diğer formüller aracılığında bağlantı kurup yeni formüller çıkarabilir. Bu da zaten bizi heyecanlandıran kısmı değil midir? Tüm çabalar bunun için, insan yetisinde bir makine için sarf edilmektedir. Çünkü tarih boyunca insan iki şeyi hep merak etmiştir: Uzay gibi bir bilinmezliği ve robot gibi bir hemcinsi…