Özet: Makalenin amacı öncelikle terör ve terörizm olgularının teorik temellerini genel çerçeveleriyle incelemek ve işlemektir. Sonrasında Ortadoğu’da islami teröre ve terör oluşumlarına destek veren ve besleyen organizasyonlar, tüzel ve özel oluşumlar genel olarak tartışılacaktır. Böylelikle araştırmanın konsantrasyon noktası, Hizbullah terör örgütünün de fonksiyonlarının ortaya çıkarılması sağlanacaktır. Son olarak da Lübnan’da filizlenerek global bir islami terör oluşumu haline evrilen Hizbullah ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Hizbullah, İslami Terör, Lübnan, Türkiye
Abstract: The purpose of this article is firstly to investigate and handle theoretical basis regarding terror and terrorism phenomenon in general terms. Afterwards corporate and exclusive entities, and organisations feeding and supporting islamic terror and terror organisations at Middle East is discussed in general terms. Thus, it is provided to reveal functions and elements of Hizbullah terror organisation, the focus point of this research. Finally, Hizbullah, which is sourced or begun to develop from Lübnan territories and evolved into an islamic terror organisation, is handled. Keywords: Hizbullah, Islamic Terror, Lebanon, Turkey
Giriş
Türkiye sahip olduğu konum nedeniyle jeopolitik ve jeostratejik önem arz etmektedir. Bu sebepledir ki dünya güç dengesini etkileyebilecek potansiyele sahiptir. Ortadoğu’daki petrol kaynaklarına yakın olması, boğazlara sahip olması ve Akdeniz’de hâkimiyet kurabilmesi bölgedeki diğer ülkeler için güvenlik ve ulaşım hususunda önem teşkil etmektedir. Bazı devletler terörü engelleri aşmak için kullanırken, bazıları ise kendi politikalarının devamlılığı için ve diğerlerinin hareket alanlarını daraltmak adına bir araç gibi kullanmaktadır. İkinci Dünya savaşından sonra soğuk savaşla birlikte terörizm sürekli bir ivme kazanmıştır. Meşru yollarla elde edilemeyen zaferlere ulaşmak için terör faaliyetlerine başvurulmuştur. Terörizm bir ülkenin başka bir ülkeyi zayıflatmak ve güçsüz bırakarak iktidar yoksunu bir hâl alması için kullanılan bir araçtır.
Bilimsel bir çalışmaya başlamadan önce kavramsal tanımlamanın yapılması gerektiği düşüncesinden hareketle terör ve terörizm kavramlarının ortak bir tanımının bulunmaması önemli bir sorun oluşturmaktadır. Terörizmin ne Uluslararası Hukuk Biliminde ne de BM bünyesinde tek bir ortak tanımı bulunmamaktadır. Bu bağlamda bazı yazarlar Uluslararası Hukuk doktrininde terörizmin tek bir tanımının olmamasının uluslararası toplumun- devletlerin terörizmle mücadelesinin önünde engel oluşturduğunu ve böylece teröre karşı uluslararası tepkinin yetersiz kaldığını düşünmektedir. Terörizmin genel kabul görmüş bir şekilde tanımlanamamasının başarısızlığı terörizmin tanımlanamaz bir kavram olmasından değil terör ve terörizm kavramlarının siyasi, hukuki, sosyal, felsefi ve uluslararası boyutlara sahip karmaşık ve sübjektif niteliğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır (A.H.Topal, 2004) Tanım sorununun özünde yatan asıl mesele devletlerin “halkların” self-determinasyon hakkına yönelik tutumlarıdır (F.Taşdemir, 2006, s.12) Bu bağlamda BM 1970 ve 1980’li yıllarda terörizm hakkında genel bir tanımlama yapmaya çalışmış ancak üye devletler arasında self determinasyon hakkı ve ulusal bağımsızlık-kurtuluş mücadelesi gibi konularda çıkan görüş ayrılıkları sebebiyle bir sonuç elde edilememiştir.
Kökünü Latince “terrere” sözcüğünden alan terör kavramı “korkudan, şiddetten sarsıntı geçirme” ve “korkudan dehşete düşmeye neden olma” gibi anlamlar taşımaktadır. Alex Schmid 1936-1981 yılları arasında terörizmin 109 ayrı tanımının yapıldığını ortaya koymuştur. Schmid, ABD’nin resmi belgelerinde de terörizm konusunda yarım düzine farklı tanım olduğunu belirtmektedir. Terörizmin ne olduğu konusunda çıkan sonuç ise terörizmin şiddet kullanarak ya da tehdit ederek toplum üzerinde bir korku ve baskı oluşturarak siyasi amaçlarına ulaşmayı hedefleyen şiddet eylemleri olmasıdır.
Terörizmin tek bir tanımının olmaması “bazılarına göre terör olan olaylar bazıları için kahramanlık veya özgürlük mücadelesi” olarak algılanmasından ya da A ülkesinde olmayan bir sorunun A ülkesine zarar vermediği sürece bu sorunla başkaları ilgilensin mantığından kaynaklanmaktadır. Bu konuya realizm açısından yaklaşıldığında ülkelerin teröre bu şekilde yaklaşmaları daha anlaşılabilir hale gelmektedir. Çünkü uluslararası sistem devlet merkezlidir ve devletler kendi ulusal çıkarlarını takip etmektedirler. Dolayısıyla bir devlet, bir eylemi; terör eylemi olarak kabul etmeyi kendi çıkarları için dezavantajlı olarak görüyorsa, bu eylemi terörizm olarak nitelendirmeyecektir (İ.Şahin, 2014, s.69-84)
Terör örgütlerinin kendilerine has propaganda faaliyetleri arasında yayınladıkları yayınların geniş kitlelere ulaşarak başarı sağlaması hayati önem taşır. Bu faaliyetlerde kullanılan dil, hitap terör örgütünün devamlılığı için meşru görünme çabasını destekleyici nitelikte olmalıdır. Aksi takdirde geniş kitlelere ulaşmış olmasından ziyade yaptığı eylemin küçük dahi olsa kabul görülmesi daha mühimdir. Türkiye’de 1960 sonrası ortaya çıkan terör örgütleri sempatizan kazanmak ve birlikteliği sağlamak için basının etkisinin farkına vardıklarından eylemleri de o yönde gelişmiştir. Tercih ettikleri ise devlet tarafından denetimi daha zor olan araçlar olmuştur: dergi, el ilanları, videokaset ve CD dağıtmak ve internet gibi.
Türkiye’de terörizm öncelikle 1970’li yıllarda sol tabandan destek bulmuş, buna binaen sağ ideolojide olanlar karşıt güç olarak yer almış ve ardından bölücü terör örgütleri ile dini motifli terör örgütleri faaliyet göstermiştir. Bu çalışmada ilk olarak terör ve terörizm kavramsal açıdan açıklanmaya çalışılmıştır. Türkiye’de yaşanan terörizm türleri tarihsel çerçevede bir seyirle ele alınarak bilhassa sağ terör ve milliyetçilik konuları irdelenmiştir. Sağ ideolojide olan örgütlere örnek teşkil etmesi nedeniyle Hizbullah’ın Türkiye’de ve Lübnan’daki yapılanması, stratejileri ve eylemleri genel olarak incelenmiştir.
Terör ve Terörizm Tanımlamaları
Terör kavramının Türkçedeki anlamı ‘dehşet’tir. Terör, şiddet içerikli eylemlerin var olmasıyla veya olma olasılığı ile doğru orantılıdır. Terör ve şiddet, devlet otoritelerinin değil de terör örgütleri denilen gruplarca uygulanıyorsa, bu mevcut sistemi yöneten güçleri çökertmeye yöneliktir. Bu terör tipine aşağıdan terör denilmektedir. Terör uygulaması egemen olan kurumlarca yürütülüyorsa buna da yukarıdan terör veya terör rejimi denir (D.Ergil, 1980, s.1-2). Terör esas olarak hedeflediği gruba veya kişiye karşı amaçlanan bir saldırı şeklidir. Egemenlik ilişkisine karşı olduğu için, savaşların ardındaki nedenler gibi bir takım sebepler bulunmaktadır. Bunlar: milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı veya insanları kurtarmak için olabilir (E.Kongar, 2001, s.73-74).
Terörizm, genelde geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde farklı birçok alandaki eksikliklerin istismar edilmesiyle, ihtilâlci fikir ve oluşumların, belirli bir hedefe yönelmesi sonucu ortaya çıkmaktadır (S.Dilmaç, 1990, s.9-10). Terör faaliyetleri kimi zamanlarda daha yoğun yaşanmaktadır. Bu dönemler ile uluslararası ilişkiler, siyasi ve toplumsal sorunlar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Buna örnek olarak aralarında ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa, İsrail, İran, Suriye, Küba, Libya, Irak, Kuzey Kore, Belçika, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Bulgaristan, Afganistan ve Sudan’ın olduğu birçok devletin adına terör faaliyetlerinin desteklenmesi ya da şahsen terörün uygulanması olaylarına sıkça rastlanılmaktadır. Günümüzde terörün en önemli yanı devletler arası bir özellik içermesi ve ilişkilerini oldukça geliştirmiş olmasıdır. Fakat eskiden olduğu gibi sadece içinde bulundukları ülke sınırlarına bağlı kalmayıp, diğer ülkelerdeki farklı terör grupları ile ilişki kurarak karşılıklı destek sağlamaktadırlar. Bundan sebeptir ki modern teknolojiyle devletler arası etki yapan eylemler gerçekleştirebilmektedirler. İsmet Karaca’nın değerlendirmesine göre terörizm; “Ne bir konvansiyonel savaş şekli, ne adi bir suç, ne de iletişim araçlarına yarayan gelişigüzel bir deliliktir. Terörizmi farklı kılan en önemli özelliği, onun belli bir politik amaca erişmek için kullandığı kendine has stratejisidir. Çeşitli ve birbiriyle ilgisiz grupların ürünüdür. Soğuk savaş gibi bu mücadele de uzun ve belirsizdir” (İ.Karaca, 1984, s.195-196). Terör kavramı ile terörizm kavramı arasındaki fark şu şekildedir: Terör çoğu zaman irade dışı olarak meydana gelebilir ki tek başına ele alındığında her türlü şiddeti terör olarak tanımlamak mümkünken terörizmde siyasi bir unsur yani bir ideolojisi olan ve mevcut sisteme karşı yapılan durumlar söz konusudur (N.Alkan, 2002, s.13).
12.04.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu terörü şöyle tanımlamaktadır: “Terör, baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini siyası, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeyini değiştirmek, devletin ülkesi ve milliyetiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyeti’nin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığını bozmak amacıyla örgüte mensup kişi ve kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir” (İ.Pınar, 1996, s.9).
Terörün Tarihçesi
Terör korku ve dehşet yoluyla baskı kurma anlamında ele alındığında, tarihi bazı yazarlar tarafından 2000 yıl öncesine kadar götürülmektedir. Ancak stratejileri bakımından ele alındığında terörün modern çağın bir ürünü olduğu genel kabul görmektedir.
Terörün bilinen en eski örnekleri arasında; Filistin’de (M.Ö. 66-73) iktidar mücadelesi veren bir mezhep mensuplarının (SCARİİ’LER) ileri derecede örgütlü olarak yaptıkları eylemler; 11-13. yüzyıllar arasında İsmaililer mezhebine bağlı olarak Hasan Sabbah liderliğinde ortaya çıkan ASSASİN (Haşişiler)’lerin yürüttüğü siyasi terör eylemleri; Hindistan’da THUG’ların yaptıkları eylemler; daha yakın zaman diliminde ise Amerika’da 1865 yılından sonra ortaya çıkan Ku Klux Klan örgütünün eylemleri terör faaliyetlerinin örnekleri arasında sayılabilir. Terörün sistemli olarak ortaya çıkışı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlamıştır. Rus ihtilalcileri 1878-1891 yılları arasında ve 20. yüzyılın ilk yıllarında otokratik bir hükümete karşı; aynı şekilde radikal milliyetçi, İrlandalı, Makedonyalı, Sırp, Ermeni gruplar otonomi ve bağımsızlık için terör faaliyetlerinden yoğun bir şekilde yararlanmışlardır.
Günümüzdeki şekliyle terör faaliyetlerinin Rusya’da cereyan eden şiddet eylemleriyle başladığı ileri sürülmektedir. 2. Dünya Savaşından önce başlayan ve 1947’de Hindistan’ın parçalanmasıyla sonuçlanan faaliyetlerde de terör eylemlerinden önemli derecede yararlanılmıştır. 2. Dünya Savaşından sonra Filistin İç savaşı, Kıbrıs’ta EOKA, Cezayir’de Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesi yürüten FLN, terörü bir araç olarak kullanan gruplar arasında yer almışlardır. Özellikle FLN “şehir gerillası taktiklerinin bugünkü anlamda kullanıldığı bir hareket olmuş ve kendisinden sonra gelenlere bir örnek teşkil etmiştir. Mao, Castro ve Guevera, şehir gerilla taktikleri yerine kır gerilla taktiklerini esas almış ve geliştirmişlerdir. İsrail devletinin kurulmasında da birçok Yahudi örgütü terör eylemlerinden yararlanmışlardır. Türkiye’ye yönelik olarak 1918 yılından sonra başlayan Ermeni terörü uzunca bir süre suskunluğa büründükten sonra 1970’li yıllardan sonra tekrar gündeme gelmiştir.
2. Dünya Savaşı sonrasında, “Soğuk Savaş” döneminde oluşan iki kutuplu dünya düzeninde, bazı devletler terörü soğuk savaş aracı olarak yaygın bir şekilde kullanmışlardır. Eski SSCB’nin dağılması sonucu iki kutuplu düzenin bozulmasından sonra, terör eylemleri küresel bir nitelik kazanmıştır.
Terör uzmanı İhsan Bal, terörün tarihsel gelişimini 3 döneme ayırmaktadır. Birinci dönemi; 19. yüzyıldaki sanayileşme ve kentleşme sonucu daha çok işçi kitlelerinin rahatsızlıklarından kaynaklanan işçi eylemleri şeklinde görülen dönem olarak; ikinci dönemi, 20. yüzyılda, bağımsızlık hareketleri yanında, bazı devletlerin terörü bir “Soğuk Savaş” vasıtası olarak kullandıkları dönem olarak; son dönemi ise “Soğuk Savaş” dönemi sonrasında başlayan “ küresel terör” dönemi olarak tasnif etmektedir.
Ortadoğu’da Terörün Kaynakları
Ortadoğu’da terörün kaynakları terörün bileşenleriyle açıklanabilmektedir. Ayrıca küresel terör unsurları da buradaki terörün kaynaklarını oluşturmaktadır. Öncelikle Ortadoğu terör örgütlerinin temel beslenme kaynakları dini ve ekonomik kaynaklar olarak iki üst kaynak görülebilir. İlk olarak Ortadoğu terör örgütleri dini ideolojik temele almışlardır. Burada dini temel genel din anlayışından daha çok mezhep anlayışı bağlamında çeşitlenmiş bir algı mevcuttur. Bunun yanında, milliyetçi ya da etnik temelli ayrılıkçı, devlet kurma hayali olan terör örgütleri mevcuttur. İkinci olarak Ortadoğu terör örgütlerinin kaynakları ekonomiktir. Bölgenin ekonomik kaynakları ve yeraltı zenginlikleri önemli kaynaklardan biridir. Ayrıca silah ticareti, uyuşturucu ticareti ve kaçakçılık bu örgütlerin önemli ekonomik kaynaklarıdır.
Bunun yanında, devletlerin ve siyasi unsurların dışında uluslararası şirketler ve bölgesel büyük şirketleri tarafından da finanse edilen örgütler olduğu bilinmektedir. Ortadoğu’daki terör örgütlerinde genel olarak bağlılık ve motive yüksek tutulmaktadır. Bu sebeple bölge insanlarının terör gruplarına inanmalarını ve desteklemelerini engellemek kolay değildir. İnsanların veya Ortadoğu halkının kültürel özellikleri, ekonomik durumları, devlet yönetiminin ve siyasal düzenin insanların üstündeki baskısı, tarihsel kökler ve kişisel tecrübelerin etkisiyle birlikte Ortadoğu’daki terör örgütlerinin önemli kaynaklarından biri de insandır (Forster, 2006, s.2). Özellikle dini ideolojiyi merkeze alan örgütlerdeki ‘’Cihat’’ anlayışı ve örgütüm terör ve şiddet eylemlerini kutsallaştırılmasıyla birlikte intihar eylemcilerinin ortaya çıkması bunun göstergesidir.
Bunların dışında, bölgedeki terörün kaynaklarından biri de siyasi kaynaklardır. Arap-İsrail çatışması bölgedeki bazı terör örgütlerini beslemiş ve İsrail’de terör eylemlerine sahne olmuştur. Kudüs Tugayı, El Kassam Tugayı, Aksa Şehit Tugayı gibi Filistin’de ortaya çıkmış örgütler örnek gösterilebilir (Gagel, 2009, s.9). Yine bölgedeki körfez ülkelerindeki siyasal durumun bu alanda çok fazla terör örgütünün olduğunu göstermekte olup, Irak’ın bu örgütlerin en fazla bulunduğu ülke olduğu görülmektedir. Özellikle IŞİD ve El Kaide tabanlı örgütler bu bölgede aktif rol almaktadır (Gagel, 2009, s.10).
Hizbullah’ın Kelime Anlamı
Hizbullah kelimesi, Arapça bir kelime olan “Hizb” ve “Allah” lafzının birleşmesi ile meydana gelmiştir. Arapçada hizb, kısım, bölük, taraftar ve parti anlamlarına gelmektedir (Develioğlu, 1996, s.374). Türkçede kullanım şekli genelde “hizip” olan kelimenin diğer anlamları bir bütünden ayrılan parça, kısım; bir topluluktan ayrılan küçük topluluk, takım, fırka, bölük, klik, fraksiyondur. Ayrıca Kuran’ın ayrıldığı 30 veya 60 kısımdan her biri anlamına gelen hizb kelimesi, dilden düşmeyen dua ve vird anlamlarına da gelmektedir (Doğan, 2005, s.561).
“Hizb” ve “Allah” kelimelerinin birleşmesi ile meydana gelen Hizbullah kelimesi, günümüzde yaygın olarak Allah’ın taraftarları anlamında kullanılmaktadır. Lübnan’da ise siyasi arenada Allah’ın Partisi şeklinde kullanılırken İngilizcedeki kullanımı da genelde Hezbollah ve Hizballah olarak iki farklı şekilde olabilmektedir.
Hizbullah İsminin Doğuşu
Hizbullah, her ne kadar Lübnanlı bir parti ve çalışmalarını Lübnan’da gerçekleştiriyor olsa da, ismi İran’dan çıkmıştır. Hizbullah isminin fikir babası molla Muhammed Gaffari’dir. Molla Gaffari, Şah rejimine karşı çıkmış ve hapishanede işkence edilerek öldürülmüştür. Hapishanede yazdığı mektuplarda “tek parti vardır, o da Allah’ın partisidir” ifadesi üzerinde devamlı durmuş ve bu çerçevede batı tipi rejimleri reddetmiştir. İşkence ile öldürüldüğü duyulunca adı efsaneye dönüşen Gaffari’nin sarf ettiği “tek parti vardır, o da Allah’ın partisidir” sözü, Şah rejimine karşı yürütülen propagandanın ortak sloganı haline gelmiştir. Gaffari’ye göre Hizbullah, alışılagelmiş partilerden değildir; aslında o bir parti bile değildir. O’na göre Hizbullah bir halk hareketi; cihat yolunda yürüyenlerin gönül birliğidir. Gaffari, Allah’ın Partisi’nde hiyerarşik bir yapı öngörmemiş; kararların, İslamiyet’in ilk yıllarında olduğu gibi, “şura” sistemi ile alınması gerektiğine işaret etmiştir. Gaffari’ye göre Hizbullah, hiyerarşik bir yapı ve resmi bir parti olmadığı için ruh gibidir. Kimin Hizbullahçı olduğu asla bilinememektedir (Erdin, 2002, s.13).
Sempatizan (taraftar) ve partizan kelimeleri üzerinde durmak gerekmektedir. Hizbullah, Lübnan’da Şiilerin çok önemli bir bölümü tarafından takdir edilmektedir. Ancak Lübnan’daki Şiilerin önemli bir bölümü, EMEL hareketine oy vermek suretiyle Hizbullah’ı siyasi arenada desteklememektedir. Buna rağmen Şiilerin geneli için, bazı küçük gruplar hariç, Hizbullah sempatizanıdır denebilir. Bu bağlamda kimin Hizbullah sempatizanı olduğunu anlamak zor olmasa da kimin partizan olduğunu ve olası bir çatışma veya savaş anında cepheye gittiğini kestirmek kolay görünmemektedir. Örneğin İsrail’in hemen kuzeyinde bulunan Sur şehri, neredeyse tamamen, Şiilerin yaşadığı bir şehirdir ve şehirde yaşayan sıradan bir tüccarın, bir öğrencinin çatışma ya da savaş esnasında terk-i mevki etmesi sıradandır. Ancak bu kişilerin kim oldukları hususunda net bir gözlem ve tespit yapmak oldukça zordur.
Kimin partizan olduğunun bilinemeyeceğine dikkat çeken Ayetullah Muhammed Gaffari, işkence altında can verince yerine oğlu Hüccetül İslam Hadi Gaffari geçmiştir. Doğuşunda Molla Gaffari’nin, ölümü yiğitçe kabul edişinin derin izlerini taşıyan Hizbullah’ın (Boran, 2007, s.153–154) özellikle Suriye savaşındaki tutumuna kadar Sünni ve Şii dünyadan milyonlarca sempatizanı bulunmaktaydı. Ancak Suriye krizi bir turnusol görevi ifa etmiş ve Sünni dünyadan Hizbullah’a karşı olan iyi niyet, hatırı sayılır bir şekilde azalmıştır.
Hizbullah İsminin Kaynağı
Hizbullah yetkililerinin Hizbullah’a yükledikleri anlamın menşei Kuran’dır. Kuran’da Hizbuşşeytan (Şeytanın taraftarları) kelimesinin zıddı olarak geçen Hizbullah, Maide Suresi’nin 56. ayeti kerimesinde geçer. Farklı müfessirler tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır: Fizılalil Kuran isimli meşhur eserinde Seyyid Kutup, ayete “Kim Allah’ı, Peygamberi ve müminleri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur” şeklinde anlam vermiştir (Kutup, 2003, s.297).
Bu anlamda Kutup, Hizbullah kelimesine Allah’ın tarafını tutanlar manasını vermiştir. Ömer Nasuhi Bilmen, ayetin manasını “Ve her kim Allah Teâlâyı ve O’nun Resulünü ve iman edenleri veli ittihaz ederse şüphe yok ki galip olanlar Allah Teâlâ’nın o fırkasıdır” (Bilmen, s.241) şeklinde açıklamıştır. Bilmen, kelimeyi fırka olarak çevirmiştir. Ebu’l Ala’l el-Mevdudi ise ayete “Kim Allah’la, O’nun Resulüyle ve iman ehliyle dost olursa, bilsin ki, galip olan ancak Allah’ın taraftarlarıdır” (Mevdudi, 2004, s.117) şeklinde anlam vermiştir. Sonuç olarak gerek fırka, gerek taraftar gerekse Allah’ın tarafını tutunlar olarak çevrilen kelimenin işaret ettiği kimseler, Kuran tarafından müjdeye mazhar olmaktadır. Hizbullah’ın dışında kalan grup ise Hizbuşşeytan olmaktadır. Şeytanın iğvalarına kapılan kimseler olarak ifade edilen Hizbuşşeytan için ise aynı müferssirler şu şekilde anlam vermişlerdir.
“Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. Onlar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki şeytanın taraftarları mutlaka kaybedenlerdir” (Kutup, 1991, s.578). “Onların üzerlerine şeytan galebe etmiş de onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. Onlar, şeytanın askerleridir. Haberiniz olsun ki şüphe yok, şeytanın askerleri, onlar, hüsrâna uğramış olanlardır” (Bilmen, s.61).
“Şeytan onlara musallat olmuş ve kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir” (Mevdudi, 2004, s.544). Kuran’da galibiyetle müjdelenen Hizbullah’ın aksine şeytanın askeri, şeytan fırkası şeklinde anlam bulan Hizbuşşeytanın mağlubiyete ve hüsrana uğrayacağı ifade edilmektedir.
Kurani anlayışa göre insanlar ancak iki taraftardan biri olabilirler. Ya Allah’ın taraftarı yani Hizbullah ya da Şeytan’ın taraftarı yani Hizbuşşeytan olunabilir. Hizbullah kendisini bu düşünce ve anlayış ile izaha çalışmakta ve vermiş olduğu mücadelede kendisine karşı olanları, Müslüman dahi olsa, Şeytanın taraftarları olmakla itham etmekte bir beis görmemektedir.
Türkiye’de Hizbullah
1980’li yıllarda İran Devrimi’nden oldukça etkilenen Türkiye’de başta Doğu ve Güneydoğu illeri olmak üzere bir takım radikal gruplar oluşmaya başlamıştır. Bu dönem içerisinde, liderlik vasfını elinde tutan ve ilk örgütlenmeyi gerçekleştiren kişi İrfan Çağrıcı olmuştur. Çağrıcı, 26 Aralık 1990 tarihinde Yalova’da yaptığı genel kurul toplantısında, örgütlenmenin adını gizli oylama sonucu “Hizbullah” olarak belirlemiştir. Çağrıcı liderliğinde başlatılan örgütlenme, zamanla çeşitli radikal dini grupların kitabevlerinin etrafında toplanması ile devam etmiştir.
Bu çerçevede M. Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu önderliğinde Diyarbakır ilinde “Vahdet(Birlik)” grubu oluşturulmuştur. Zamanla grup içerisindeki konumlar belirginleşmiş, düşünce ve liderlik karmaşası kendisini göstermiştir. Böylece dağılan grup, İlim Kitabevi’nin sahibi Hüseyin Velioğlu ve Menzil Kitabevi’nin sahibi Fidan Güngör arasında ikiye bölünmüştür. Her ne kadar farklılıklarını beyan etseler de, gruplar fikri anlamda radikal dini düşünceleri benimseyerek silahlı mücadele doğrultusunda “bağımsız İslami bir Kürt devleti” kurmayı hedeflemişlerdir.
PKK terör örgütünün kurucusu Öcalan’ın, Hizbullah’ı “oligarşik cumhuriyetin yeni saldırı taktiği” (R.Çakır, 2001, s.55) olarak açıklamasıyla birlikte Hizbullah örgütü için yeni bir sayfa açılmıştır. Uzunca bir süre silahlı eylem konusunda faaliyete geçmeyen örgüt, 1991 yılında PKK terör örgütünün kendilerine karşı atağa geçmesi sonucu PKK terör örgütünün “dinsiz” olarak gördüğü bazı yöneticilerine şiddet uygulayarak sessizliğini bozmuştur. Bunun üzerine, taraftar toplama amacı güden PKK üyeleri, aynı dönem içerisinde kendilerine dini vasıfta nitelendirmeler yaparak Hizbullah ile arbedeye devam etmiş; böylelikle Güneydoğu uzun süren PKK-Hizbullah çatışmasına ev sahipliği yapmak zorunda kalmıştır. PKK terör örgütüne yönelik bir tepki olarak algılanan Hizbullah örgütü, yaptıkları eylemler sonucunda üstünlüğü ele geçirerek şehir merkezlerinde örgütsel kontrolü sağlamışlardır.
Dönemsel konum itibariyle yapılan değerlendirmeler sonucunda Hizbullah- PKK rekabeti kabul gören bir sav olarak yerini almış, “katmerli vahşet” olarak hafızalara kazınmıştır. “PKK’yı ve Hizbullah’ı yaratan şartların aynı olduğu; böylece etnik, sosyal, kültürel ve dini birçok etkenin üzerine binerek Hizbullah’ı yarattığı ifade edilmektedir. Cumhurbaşkanı Demirel de Hizbullah’ı PKK’nın türevi olarak isimlendirmiştir” (T.Akyol, 2000, s.201).
1998 yılının Mart ayında Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tarafından sunulan rapora göre; Hizbullah, bir zamanlar İslam’ın düşmanı olarak hedef gösterdiği PKK’ya yönelik saldırılarını kesmiştir; çünkü Hizbullah örgütü PKK ile Türkiye’yi yıkmak hedefinde birleşmiştir (M.Erdin, 2002, s.71). Bu rapor sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik daha kuvvetli bir tehdit algılaması toplum içerisinde kabul görmüş ve halkta korku yaratmıştır. Bu durum, güvenlik güçlerini PKK eylemlerini büyük ölçüde kontrol altında tutmaya iterek; esas olarak Hizbullah ile mücadeleye yöneltmiştir. Ankara, İstanbul, Urfa, Batman, Diyarbakır, Siirt gibi illerde geniş çaplı operasyonlar yürütülmüştür. Bu sayede, Hizbullah terör örgütünün önde gelen tetikçisi Abdülaziz Tunç’un Diyarbakır’da yakalanması ve Emniyet güçleri tarafından, 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’da gerçekleştirilen operasyon sonucu İlim grubunun siyasi lideri Hüseyin Velioğlu ölü, örgütün Marmara ve Ege sorumlusu Edip Gümüş ve askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar ise sağ olarak ele geçirilmesi ile operasyonlar başarıyla tamamlanmış; örgüt hakkında bilinmeyenler açığa çıkmıştır (U.Hiçyılmaz, 2005).
Cumhuriyeti’nde İran modelini baz alarak İslami esaslara uygun şer-i hükümlerle yönetilen bir “Kürt İslam” devleti kurmayı hedeflemektedir (Cumhuriyet, 2000). Hizbullah, öncelikli olarak hedefine ulaşmak için örgütü ülke geneline yayma ve bu sırada örgüte karşı gelecek zararlı ve alternatif grupları sindirme, dehşet saçarak rakipleri susturma, korku ve panik yaratma, alanında tek olma ve PKK boşluğundan yararlanma yolunu benimsemiştir. Sonrasında, daha tehlikeli olarak adlandırılan emniyet güçlerini hazırlıksız yakalama, provoke etme, poliste psikolojik yıkıntı yaratma ve onları aceleci ve yanlış davranmaya yönlendirme stratejisini takip etmiştir. Bunun yanı sıra, örgütün en çok başvurduğu eylem stratejisi, silahlı saldırı ile özel önem verdiği cemaat ve cihad kavramları çerçevesinde sindirme politikasıdır (İ.Bal, 2006, s.34).
İlimciler ve Menzilciler adı altında iki örgüt tarafından oluşturulan Hizbullah örgütü ikiye ayrılmıştır. Menzil Grubu; yasadışı faaliyetlerinde daha tecrübesiz bir gruptur, ideolojik olarak İran rejimini kendine örnek almıştır ve silahlı çatışma açısından aktif olmak yerine Kürt milliyetçiliği ile gündemde kalmayı tercih etmiştir. İlim grubu ise; ideolojik olarak daha çok Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünü kendine model almış, siyasi yapılanmaya ve mezhep farklılıklarına ağırlık vermiş ve PKK ile girişilen silahlı mücadelenin meşru olduğu kanaatini dile getirmiştir (E.Demirel, 2001, s.41-42). Gruplar aralarında bulunan nüanslara rağmen temelde örgütsel yapılanma açısından aynı yolu takip etmişler ve hiyerarşinin önemini vurgulamışlardır.
Genel itibariyle örgüt yapılanması şu şekildedir:
Liderlik: 1) Siyasi lider, 2- Dini lider, 3-Şûra (Merkez Komitesi)
Askeri kanat (Cihat Grubu): a) Birim sorumluları, b) Eylem timleri,
Siyasi kanat (Tebliğci): a) Yükseköğretim birimi, b) Ortaöğretim birimi, c) Halk birimi, i) Cami (Seyda), ii) Mahalle ve köy sorumluları şeklinde yapılanmıştır.
Bütün İslami örgütlenmelerde üç temel bölüm bulunmaktadır. Birincisi, hizipsel siyasi teşkilattır. Herhangi bir bölgede kendisini lider olarak görür ve tanıtır. İkincisi; ulemanın önderliğindeki siyasi teşkilat olarak bilinen bir araya gelmiş ulema heyetidir. Üçüncü bölümde ise; çalışmaların kolaylaştırılması için oluşturulan yürütme kurumlarıdır. Bunlar; bir bölge ya da şehirde kurulan ulema heyeti, devrim liderlik meclisleri, çeşitli kitle iletişim araçları, mali, siyasi ve askeri organlar şeklinde yürütme organları veya liderlik bünyesinde oluşturulan kurum ve kuruluşlardır. Yukarıda izah edilen yapılanma aşamaları, fikri ve pratik açıdan farklılık arz etse de genel itibariyle Hizbullah tarafından da kabul görmüş ve uygulanmıştır (A.Korani, 1995, s.130-131).
Lübnan’da Hizbullah
Hizbullah’ın tarihsel olarak sahneye çıkması 1982 yılına denk gelmektedir. Öncelikle Lübnan’da Şii nüfusu oldukça fazladır. Hizbullah’ın mezhepsel tabanı Şii’lerden gelmektedir. Bu Şii toplumunun da İran ile olan ilişkileri de yüksek düzeydedir. İki tarafında mezhepsel kardeşliği iyi ilişkilerin kurulmasına yardımcı olmaktadır. İran’da devrimin gerçekleşmesiyle, kendi ideolojisini yayabileceği en önemli alanlardan biri de bu mezhepsel bağlılıktan gelen Lübnan’dır (Dorvan, 1999). Ancak Lübnan’daki Şii’lerin büyük bir bölümü Hizbullah’a karşı sempatizan konumunda olmasına rağmen, Hizbullah’tan sonra en güçlü ikinci Şii grup olan EMEL hareketine oy vererek, siyasi arenada Hizbullah’ı desteklememektedir. (Bozkurt, 2014, s.602).İran buradaki Şii toplumunu etkileyerek Lübnan’da etki kurmak istemiştir. Bunun yanında 1982 yılında gerçekleşen İsrail’in Lübnan topraklarını istila etmesi, Hizbullah’ın kurulmasındaki en büyük etkendir ve 1982 yazında İsrail’i Lübnan topraklarından çıkarmak ve ona karşı savaşmak amacıyla da örgüt kurulmuştur (Dorvan, 1999).
Örgütün 1982-1985 yılları arasında, ABS askeri üslerine ve batılı devletlere düzenlediği eylemlerle dikkati üzerine çekmiştir. Özellikle 1983 yılında, Beyrut’taki eylemlerinde 241 ABD askeri ve 56 Fransız askerinin ölmesiyle ses getirmeye başlamıştır (Sobelman, 2004, s.17). Lübnan’daki siyasal durum, Suriye, İsrail ve Lübnan temelli terör örgütlerinin birbirleriyle olan savaş ve kaos ortamında Hizbullah’ın eylemleri ve bu eylemlerde başarılı olmasıyla ön plana çıkmıştır. 1990 yılında Taif Anlaşması ile Lübnan İç Savaşı’nın sona ermesi, bölgede daha farklı sorunların ve çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmuş ve Taif Anlaşmasıyla birlikte Lübnan’da bulunan bütün grupların silah bırakması gerçekleşmiştir. Anlaşma gereğince sadece İsrail’e karşı savaş durumunda olan Hizbullah bırakmaması kabul görmüştür (Dorvan, 1999). Ancak anlaşma Lübnan’daki Şiiler tarafınan yeterli görünmemiş, oluşan memnuniyetsizlik Hizbullah’ın Lübnan’daki etki alanını genişletmiştir. 2008’de Lübnan’a da yaşanan seçim krizinde bile bu antlaşmadan doğan memnuniyetsizliğin etkisiyle Hizbullah başbakan Hariri’nin düşürülmesini sağlamıştır. (Bozkurt, 2014, s.620). Bağlantılı olarak Hizbullah’ın temel noktaları ve propaganda unsurları vardır. İlk olarak, Lübnan topraklarından ABD, Fransa ve diğer emperyalist ülkelerin gitmesiydi. İkinci olarak da, Lübnan toplumu kendini yönetecek kişiyi seçebilmeli ve Lübnan bir İslam devleti olmalıydı (Dorvan, 1999).
1990-2000 yılları arasında Hizbullah Lübnan’daki varlığı devam etmiştir. İlk olarak 1992 yılındaki seçimlere katılması, örgütün siyasal adımlarından biri olmuştur. Hizbullah’ın terör örgütü olarak varlığının yanında bir de siyasi bir kanadının olmasıyla birlikte Lübnan’da etkisi artmıştır. Her şeyden önce Hizbullah’ın siyasi bir iddia ve çabadan ziyade en temel amacı İsrail ve bu 1990-2000 yılları arasında da devam etmiştir. Bu yıllarda İsrail’e karşı Hizbullah, Lübnan topraklarında savaştı ve 2000 yılında da İsrail Lübnan topraklarından tamamen çekildi (Tocci, 2007, s.1).
Lübnan’da İsrail’in çekilmesi sonrasında Suriye Ordusu’nun varlığı devam etmekteydi. 2005 yılında Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin suikast sonucu öldürülmesi bu durumun kilit noktası oldu. Bunun sonucunda, Lübnanlıların meydanlara inmesiyle birlikte, ‘’Sedir Devrimi’’ hareketi gerçekleşmiş ve Suriye Lübnan’dan çekilmek zorunda kalmıştı (Kenar, 2014, s. 82). Suriye’nin de bölgeden çekilmesiyle birlikte, ülkede oluşan güç boşluğundan Hizbullah elindeki silah gücü ile faydalandı.
2006 yılında, Hizbullah Güney Lübnan’da İsrail tarafına geçti ve İsrail askerlerini saldırarak rehine aldı. Bunun karşılığında da Filistinli rehinelerin bırakılmasını istedi. Bu durum İsrail tarafından savaş nedeni sayıldı ve Güney Lübnan’a asker gönderdiler. ABD tarafından da İsrail’in desteklenmesi ve İsrail tarafına Hizbullah’ın saldırıları krizin üst noktaya taşınmasına neden oldu. Kriz, Lübnan ve İsrail arasında 14 ağustosta BM aracılığıyla ateşkes sağlanması ile birlikte son buldu. Ancak gerilim devam etti (Köse, 2006).
2007 ve 2008 yıllarında Hizbullah’ın silahları Lübnan gündemindeydi. Taif Anlaşması’nda Hizbullah’a verilen ayrıcalık sonucunda 2006 krizinin gerçekleşmesi ve Hizbullah’ın silah gücünü Lübnan sınırları içinde etki oluşturmak için kullanması, ülkede suikast ve silahlı çatışmaların olması gibi unsurlar ile beraber Hizbullah’ın silahlı yapısı tartışılmaya başladı. Bunun yanında, uluslararası güçler, ABD, AB ülkeleri, bu konudan dolayı Lübnan’a baskı uygulamaya başladılar. Bu durum, Hizbullah’ın silahlarının statüsünü tartışılacak bir konu haline getirdi (Policy Briefing, 2008, s.8).
Hizbullah, uluslararası toplum tarafından Suriye ve İran tarafından desteklenen bir örgüt olarak kabul edilmiştir. Arap Baharı sürecinde de Hizbullah’ın duruşu bölge açısından önem göstermekteydi. Özellikle Suriye doğrultusundaki Hizbullah görüntüsü ve Hizbullah’ın Suriye’ye olan operasyonları dikkat çekicidir. Bu operasyonlar 2012 yılında Nasrallah tarafından ‘’Suriye’de Savaşmıyoruz’’ diyerek yalanlansa da, Farklı kaynaklarda Suriye’de Hizbullah’ın varlığını göstermektedir (International Crisis Group, 2014, s.1). Arap Baharı sürecinde Hizbullah, birçok Ortadoğu ülkesindeki hareketleri desteklemesine rağmen, Suriye’deki Esad Rejimi ile olan iyi ilişkilerine bağlı olarak buradaki muhalifleri desteklememiş, tam aksine Esad Rejiminin tam destekçisi olmuştur (Bakeer, 2012).
Bunun yanında, Lübnan’ın içyapısı açısından da Hizbullah’ın anlaşılması önemlidir. Lübnan iç savaşlarla boğuşan, sınırlarında İsrail ile daimi bir gerilim olan, din ve mezhep farklılıklarının yüksek oranda olduğu bir ülkedir. Şii’ler ise bu yapı içerisindeki önemli gruplardan biriydi. Hizbullah’ın tabanını da oluşturan Şii’ler, Hizbullah ile birlikte Lübnan’da etkili gruplardan biri haline geldiler. Bunun en önemli sebebi ise, Hizbullah’ın İsrail’e karşı vermiş olduğu mücadelenin Lübnan toplumu ve Lübnan parlamentosu tarafından saygı duyulması ve parlamentonun desteği olmasıdır (Muran, 2010, s.66).
Hizbullah’ın yapısına baktığımızda karmaşık bir durum vardır. Hizbullah yapısal olarak, dini ideolojik temele almıştır ve Şii mezhebi örgütün de mezhebidir. Ancak, buna rağmen örgüt kendisini Müslümanların tümünü temsil eden olarak görmektedir. Özellikle örgütün kurucularından biri olan ve örgüt için önemli bir figür olan Fadlallah’ın ve diğer Müslümanların hareketi olarak görülmesi buna örnektir (Dorvan, 1999). Bununla beraber, Hizbullah’ın yapısını iki ayrı dönemde incelemek gerekmektedir. İlk dönem 1982-1987 yılları arası, ikinci dönemde 1987’den günümüzedir. İlk dönemde Hizbullah’ın belirli bir yapısı yoktu. Beka Vadisi’nde ufak ufak bir birinden bağımsız olarak hareket eden Şii grupları ve direniş topluluklarının her biri kendini Hizbullah olarak sunmaktaydı. Ayrıca Emel hareketinden ayrılan gruplarda yine kendini bu adla sunmaktaydı. Ancak bu dönemde bu ufak örgüt ve grupların başarılı olmasıyla birlikte Hizbullah’ın popülerliği arttı. Böylece İran’ın da desteğiyle Hizbullah yapılanması ortaya çıkmaya başladı (Dorvan, 1999).
İkinci dönemde, Hizbullah tek merkezden idare edilen ve hücre yapılanmasıyla hareket eden düzenli ve programlı bir örgüt haline geldi. Örgütün danışma meclisi vardı ve karar verme organı olarak hareket etmekteydi (Dorvan Schad, 1999). Örgütün sözcüsü konumunda Genel Sekreterlik vardı ve Örgütün genel sekreteri ön plandaydı. 1992 yılından beri Nasrallah, halen örgütün genel sekreterliğini yürütmektedir.
Hizbullah, birçok terör örgütü gibi yeraltında saklanan kendini gizleyen ve perde arkasında bir örgüt değildir. Hizbullah, Lübnan hükümeti nezdinde saygı duyulan ve Lübnan’da ikamet eden, diğer Ortadoğu ülkelerinde kolları olan bir örgüttür. Ayrıca örgütün kendine ait televizyonu, gazetesi, sosyal yardım kuruluşları, bayrağı, marşları ve silah güçleri bulunmaktadır (Köse, 2006, s.62). Hatta bu silah gücü bir ordu şeklindedir. ABD, AB ve diğer batılı ülkeler tarafından terör örgütü ve terörist olarak kabul edilen Hizbullah, İsrail ile olan mücadelesi sebebiyle birçok Müslüman ülke ve Ortadoğu ülkesi tarafından terör örgütü olarak kabul edilmemekte ve saygı duyulan bir örgüt olarak görülmektedir.
Sonuç
Günümüzde, bir örgüt uluslararası platformlarda destek görerek diğer gruplarca da destekleniyorsa, o örgütün eylemlerini sonlandırmak mümkün değildir. Türkiye bu amaçla uluslararası alanda yapılan birçok anlaşmaya taraf olmuş, terörizmin her türünü kınamış ve yapılan çalışmaları da desteklemiştir. Son otuz yıldır yaşanılanlar Türkiye’ye bir şey öğretti: terörle mücadele ile yurtiçindeki ve yurtdışındaki mücadeleler bir bütünlük arz eder. Açıkçası terör ve teröristle mücadele tek elden ve tek politikayla uygulanırsa, hem güvenlik güçleri hem kamusal alan aynı dili konuşabilme fırsatı yakalayabilecek hem de kurumlar açısından enerji kaybı olmayacağından istenilen sonuçlar alınabilecektir.
Hizbullah İsrail’e karşı bir direniş örgütü olması doğrultusunda bölge açısından güçlü ve dikkate almanın önemli olduğu bir örgüt olarak kabul etmek gerekmektedir. Zira Lübnan, İsrail-Filistin yakınlığı sebebiyle çatışma ortamına hazır ve gerilim hattının yüksek olduğu bir bölgededir. Ayrıca Lübnan halkı içerisindeki sünni ve şii mezhebine dahil kişilerin örgüte olan bakış açısı ve desteği yüksek olması göz ardı edilmemelidir.
Kaynakça
- Ahmet Hamdi Topal, Uluslararası Hukukta Terörizmin Tanımlanması Sorunu, 2004.
- Fatma Taşdemir, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara, USAK Yayınları, 2006, s.12.
- İsmail Şahin, Uluslararası İlişkiler Teorileri Açısından Terörizmle Mücadelede İşbirliği, Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Dergisi, Cilt 5, ss.69-84.
- Ergil, Doğu. Türkiye’de Terör ve Şiddet, 1. Baskı, Bilimsel Eserler Dizisi No. 4, Ankara: Turhan Kitabevi, 1980.
- Kongar, Emre. Küresel Terör ve Türkiye, 2. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2001.
- Dilmaç, Sabri. Türkiye ve Terör, Ankara: Güvenlik ve Yargı Muhabirleri Derneği Yayını, 1990.
- Karaca, İsmet. Terörizm: Kavram ve Yapısı, Uluslar Arası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, Ankara; Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayını, 1984.
- Alkan, Necati. Gençlik ve Terörizm, 1. Baskı No.9, Ankara: TEMUH Dairesi Başkanlığı Yayınları 200
- Pınar, İbrahim. Son Değişiklikleriyle Terörle Mücadele Kanunu, Ankara: Seçkin Yayınevi, 1996.
- Forster, Chris, ‘’Democracy, Terrorism and the Middle East’’, The Foreign Policy Centre Raporu, 2006.
- Gagel, Andrew. C., ‘’Patterns in Terrorism in North Africa, theMiddle East, Central Asia and South Asia: 2007-2010’’, Center For Strategic& International Studies Raporu, 2011.
- DEVELİOĞLU, Ferit (1996), “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat”, 13. Baskı, Ankara: Aydın Kitabevi Yayınları.
- DOĞAN, Mehmet D. (2005), “Büyük Türkçe Sözlük”, 2. Baskı, İstanbul: Pınar Yayınları.
- ERDİN, Murat (2002), “Hizbullah ve Hamas”, 2. Baskı, İstanbul: Kastaş Yayınevi.
- BORAN, Yıldırım (2007), Lübnan’daki İran Hizbullah, İstanbul: Siyah Beyaz Basın Yayın Dağıtım.
- KUTUP, Seyyit (1991), “Fizılâl-il Kur’an”, Çev: Salih Uçan ve diğerleri, 8.Cilt, İstanbul: Dünya Yayıncılık.
- BİLMEN, Ömer N. , “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri”, 2.Cilt, İstanbul: Yasin Yayınevi.
- MEVDUDİ, Ebu’l Ala (2004), “Tercumanu’l Kur’an, Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali”, Çev: Muhammed Kayani, İstanbul: İnkılâb Yayınları.
- Ruşen Çakır, Derin Hizbullah, İslamcı Şiddetin Geleceği, (İstanbul: Metis Yayınları, 2001), s.55.
- Taha Akyol, Hariciler ve Hizbullah, İslam Toplumlarında Terörün Kökenleri, (İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2000), s.201.
- Murat Erdin, Düşünceleri, Örgüt Yapıları ve Eylemleriyle Hizbullah ve Hamas, 2002, 71.
- Ufuk Hiçyılmaz, “Maskeli Hizbullah’ın Hedefi Cemaatler”, Aksiyon,
- İhsan Bal, Terör: Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, 2006, 34.
- Emin Demirel, Hizbullah, 2001, 41-42.
- Ali Korani, İslami Mücadelede Hizbullahi Yol , Çev. H. Can ve M. Gök, (İstanbul: Bengisu Yayınları, 1995), s.130-131.
- Schad, A. Dorvan, ‘’Lebanon’s Hizbollah Movement: The Party of God’’, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Arizona Universitesi Yakın Doğu Çalışmaları Fakültesi, Arizona, 1999.
- Bozkurt, Abdulgani, ‘’Hizbullah’ın Lübnan’da Kuruluşu ve Popülaritesinin Sebepleri’’, Tarih Okulu Dergisi, Cilt 7, Sayı 17, Mart 2014, ss. 599-627.
- Sobelman, Daniel, ‘’New Rules of the Game; Israeland Hizbollah After the Withdrawal from Lebanon’’, Tel Aviv University, Jaffe Center for Strategic Studies, Memorandum No:69, 2003.
- Tocci, Nathalie, ‘’What Went Wrong? The Impact of Western Policies Towards Hamas and Hizbollah’’, CEPS Policy Brief, No 135, 2007, 136-159.
- Kenar, Ceren, ‘’Ortadoğu’nun Prova Odası Olarak Lübnan’’, Ortadoğu Analiz, C/S. 6 (61), Nisan 2014, 82-83.
- Köse, Talha, “Değişen Ortadoğu Denkleminde İsrail-Lübnan Krizi ve Türkiye’nin Rolü”, Akademik Ortadoğu, C/S. 1(2), 2006, 55-89.
- Policy Briefing, ‘’Lebanon: Hizbollah’s Weapons Turn Inward’’, Crisis Group Middle East Briefing, No. 23, 2008.
- International Crisis Group , ‘’Lebanon’s Hizbollah Turns Eastward to Syria’’. Middle East Report, No. 153, 2007.
- Bakeer, Ali. H. ‘’Hizbullah’ın Suriye’deki Askeri Operasyonları ve Olası Yansımaları’’, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Analiz No: 22, 2013.
- Muran, Aygül, ‘’Hüseyin Fadlallah’ın Ardından Hizbullah ve Lübnan Şiileri’’, 21.YY Dergisi, S.20, 2010, 63-68.