“Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler, okuyanlar, dünyanın kaç bucak olduğunu soranlar, bilenler, hey yedi iklim dört bucağı gezenler, size bir destanımız var. İnsanoğlu şu dünyada neyi arar, arasa arasa dostluğu, kardeşliği arar, sözü çok uzatmak neye yarar…” (Yaşar Kemal’in ‘Üç Anadolu Efsanesi’ adlı romanının giriş paragrafından alıntıdır) Bu yazımızda, kısa bir öykümüz ve devamında etkin bir yaşam dersimiz var:
Desdemona, dünyalar güzeli bir kızdır. Venedikli asilzade Roderigo, Desdemona’ya aşıktır. Ne var ki, aşkı karşılık görmez. Bir yanda umutsuz bir aşk yüreklerde yaralar açarken, diğer tarafta Kıbrıs’ta, Venedik ordusunun Osmanlılara verdiği savaşlarda güçlü bir savaşçı dikkatleri üzerine çeker: Mağribi komutan Othello. Desdemona’nın biricik aşkı Othello.
İki sevgilinin destansı aşkları, tüm engellemelere rağmen, evlilikle nihayet bulur. Ancak, bildiğiniz gibi, William Shakespeare’in ölümsüz eseri Othello, bu şekilde mutlu sonla bitmez. İki aşığın arasına kara kediler girer. Çevre halkın dedikodularıyla, bu zenci-beyaz evlilik, kökten sarsılmaya başlamıştır. Çünkü kıskanç Roderigo, Desdemona’dan yüz bulamamıştır ve bu evliliğe karşı kin beslemektedir.
Bir süre sonra, Roderigo’nun arkadaşı ve aynı zamanda komutan Othello’nun sancak çavuşu olan Lago, şüpheleri yersiz olduğu halde, karısının kendisini Othello ile aldattığı fikrine kendini inandırır. Ve Othello’dan intikam almak için, yaver Cassio ile Desdemona arasında bir aşk ilişkisi olduğu yalanını uydurur.
Lago, haince bir tuzakla, Cassio ile Desdemona’yı, bir arada konuşurlarken, Othello’nun onları görmesini sağlayarak, ilk nifak tohumlarını ekmeye başlamıştır. Geçen haftalar sonrasında, evli çiftin üzerini kapkara bir bulut örtmeye başlar. O bulutun adı ‘kuşku’dur.
Karısının kendisini aldatıyor olduğu kuşkusu, Othello’nun yüreğini yavaş yavaş dağlamaya başlar. Giderek devleşen amansız şüphe, Othello’nun, karısı Desdemona’yı yatağında yastıkla boğarak öldürmesiyle sona erer. Sonrasında ise, Othello kendisini hançerleyerek intihar eder. Desdemona’nın ölmeden önce son anlarında söylediği şu replik, bu ünlü tragedya ile birlikte ölümsüzleşmiştir: “Haksız yere ölüyorum!” “Günahsız ölüyorum.”
Emilia, bu işi kimin yaptığını sorduğunda, Desdemona: “Hiç kimse. Ben kendim. Elveda. Sevgimi ilet, beni seven efendime. Ah, elveda!” diye haykırır. Shakespeare’in bu şaheserinde, takıntılı bir şüphenin haksız bir cinayet ve bir intiharla sonuçlanması, tüm dünyada kuşkuyla başlayan ‘patalojik kıskançlık’ vakalarının ‘Othello Sendromu’ olarak anılmaya başlanmasına sebebiyet vermiştir.
Günlük yaşantımızda, kuşku olgusu sıkça çıkar karşımıza. Zaman zaman, kişiler ve olaylar hakkındaki şüphelerimizde haklılık payı olduğuna da şahit olmuyor değilizdir. Ama çok kere de yanılırız. Kuşku çok bilinmeyenli bir denkleme benzer. Çok sayıda bilinmeyeni olan bir denklemi, uydurduğumuz sayılarla doldurup, çözdüğümüzü sanırız. Ve sanki sonucu doğru bulmuş gibi, yaptığımız işlemin doğruluğuna da kolayca inanırız. Hesabın sonucu yanlış çıkacağından, ardı sıra öfke, kırgınlıklar, hayal kırıklığı, istenmeyen kişi olmanın getirdiği umutsuzluk ve buna benzer tatsız durumlarla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olur.
Tabii bunlar, kuşkunun yaşantımızı etkisi altına alan negatif tarafları. Bir de pozitif kuşku var. Pozitif kuşku olgusunda, gerçekmiş gibi bize servis edilen ve koşulsuz inanmamız istenen olaylar hakkında kuşkucu olabilme istenci anlatılmaya çalışılmaktadır. Dünyayı bilinmeyen uzaylıların ziyaret etmekte olduğunun, üstüne basa basa söylenmesi, bununla ilgili Tv programları yapılması, her yıl bu sektör için milyonlarca dolar para harcanması ve hatta bu iddiaların akademik platformlara taşınıyor olması, UFO iddialarının ‘gerçek’ olduğunu göstermez. İşte tam da bu noktada kuşkucu olmalıyız. Örneğin, bilimin temelini oluşturan şüpheci davranma olgusu, ‘pozitif kuşku’ için çok doğru bir örnektir. Çünkü bilim, kuşkuculuk üzerine kuruludur.
Kuşku, aslında ‘kuşkulu’ için neredeyse gerçek gibidir. Çünkü kuşku olarak kalsaydı, zaten ortadan yok olması gerekirdi. Oysa kişi, şüphelendiği vakanın yalnızca doğru olduğu varsayımı üzerinde durur ve farkında olmadan onu zihninde gerçek olarak kabul eder. Şüpheci için, “Gerçekte beni seviyor mu, sevmiyor mu?” sorusu yoktur. Onun yerine “Beni sevmediğini zannediyorum” cümlesi vardır. Patalojik kuşkuda, gerçek görünmeyen kara bir dumandan ibarettir. Size yaklaşan birisiyle ilgili vereceğiniz ilk tepki şüphelenmektir. Evlendirme sitelerinde, insanlar kendi öznel kimliklerini karşı taraftaki adaylara sunarlar. Yaşam biçimlerini, beklentilerini, zevklerini, fiziksel özelliklerini, sevdikleri ya da sevmediklerini, partnerinden beklentilerini ve hatta fotoğraflarını.. Oysa ki baktığımızda, özellikle eş arayan kadınların neredeyse hiçbir erkek üyeyle iletişime geçmediklerini, hatta hiç mesajlaşmadıklarını ve bir süre sonra, bu sitelerin, eğlenme ve vakit geçirmenin ötesinde bir işe yaramadığını görürüz. Buradaki işlevsizliğin temel sebebi, aktif şüpheciliktir.
Alışverişlerde çok yaşamışsınızdır. Bir ürünü çok beğenirsiniz, tam istediğiniz gibidir. Etiketine bakarsınız, fiyatı çok uygundur. Bu sefer, ‘bu kadar uygun olduğuna göre kalitesizdir’ düşüncesiyle almadan çıkar gidersiniz. Ya da, yeni tanıdığınız bir arkadaş adayınız sizinle çok yakından ilgileniyorsa, bunun ardında bilinmeyen başka bir neden olduğuna dair kuşku duyarsınız. Bu kuşku, şu iki düşünce ya da davranış kalıbını beraberinde getirir: Ya kendisini tanımak için ona zaman vermeyi düşünürsünüz ki doğru olan şekil budur, ya da bu kişiyi hızla hayatınızdan çıkarırsınız. Gördüğünüz gibi, belki de iyi niyetle atılan bir karşı adımı, ironik bir biçimde geri çevirdiniz ve kaybettiniz. Kuşku yine iş başında.
Peki, kuşkularla başa çıkabilmek mümkün mü? Kuşku dediğimiz şey, zihnimizin sisli tarafının karanlık tezahürüdür. Kuşkuyu üreten, kişilik yapısıdır. Yani insanın ta kendisidir. Eğer şüphecilik kişinin özünde varsa, bu durum, değişikliğe ihtiyaç olduğu anlamına gelir. Her türlü değişim de çevrenin değil, kişinin kendisinin değişimiyle mümkündür. Paranoya düzeyindeki şüphecilik ise, ancak iç dünyanın denetlenmesi ile sağaltılabilir.
Eğer, bireyin şüpheciliği dış kaynaklı ise, bu defa hayatındaki seçimler göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin, yükselme odaklı bir şirketin hedeflerine ulaşabilmesi için, çalıştığı paydaş şirketlerin de, doğru yönetilen, çalışma ilkeleri olan, kaliteli ve iş disiplinini sağlayabilen kuruluşlar olması gerekir. Bu şekilde, güvenilir bir ortamda iş üretmek mümkün olur ve böyle bir ortamda da kuşkuya yer olmaz.
Kuşku dediğimiz şey, herkeste az ya da çok vardır. Aslında, kuşkunun varlığının gerçek amacı, insanı düşünmeye zorlamak ve onu dış tehditlere karşı korumaktır. Her şeyin ve her durumun fazlalığının zarar olduğu bilindiğine göre, şüphecilik konusunda nasıl davranacağımız hususu da aslında son derece açıktır.
Yazımı 19. yüzyıl yazarlarımızdan Necdet Kestelli’nin anlamlı bir sözüyle bitirmek istiyorum:
“Şüphe kemiren fakat öldürmeyen bir zehirdir” Hoşçakalın.